GENEL DURUM
İlin kara, deniz ve hava yolları ile iç ve dış pazarlarla bağlantılı olması her yönü ile kapasiteyi artırmaktadır. Antalya İli Türkiye'nin en büyük deniz limanlarından birine ve hava trafiği bakımından ikinci büyük hava limanına sahiptir.
Ülke turizminin öncüleri arasında yer alan ve turistik potansiyeli yüksek olan Antalya İline her yıl kara, deniz ve özellikle havayolu ile çok sayıda turist gelmektedir.
Antalya, Türkiye'nin ve dünyanın en önemli turizm bölgelerinden biridir. Merkez, Kaş, Kale, Kemer, Serik, Manavgat, Alanya ve Gazipaşa ilçelerinde Bakanlar Kurulunca ilan edilmiş toplam 21 Turizm Merkezi bulunmaktadır.
Antalya İli Türkiye'de bugüne kadar bilinen en eski yerleşmelerin bulunduğu İllerimizden biridir.
İl merkezinin kuzeybatısında 20 km mesafede bulunan "KARAİN MAĞARASI'NDA" yapılan kazılarda M.Ö 220 bin yılından bugüne kadar kesintisiz bir uygarlığın varlığı ortaya çıkarılmıştır.
Tarihi eser ve kalıntıların adeta açık hava müzesi gibi geniş bir alana dağıldığı ilimizde tarih öncesi Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğuna ait izler yan yanadır.
Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun bir Sancağı olan Antalya, Sevr Antlaşmasından sonra kısa bir süre İtalyan işgali görmüş ve Cumhuriyet döneminde de Vilayet haline gelmiştir.
Akdeniz Bölgesinin batı kesiminde yer alan Antalya'da Toros Sıradağları İl'in kara sınırlarını meydana getirmektedir. İl güneyinde Akdeniz, doğusunda İçel, Karaman ve Konya, kuzeyinde Isparta ve Burdur, batısında ise Muğla İlleri ile çevrelenmektedir.
Antalya ili Akdeniz iklimi içinde mütalaa edilmekte ise de etkilerinin denizden uzaklaştıkça ve yükseklik arttıkça azaldığı görülmektedir.
Antalya İli'nin toplam yüzölçümü 20.723 km2'dir. Türkiye alanının %2,6'sını kapsamaktadır. Bu alanın %20,16'lık bölümü olan 4.150.160 dekarını Tarım Alanları, %4,98 ile 1.024.650 dekarını çayır-mer'a, %55,12 ile 11.350.600 dekarını orman ve fundalıklar, %0,025 ile 52.080 dekarını su yüzeyi ile %19,49'luk oran ile 4.013.520 dekarını da tarım dışı alanlar ve yerleşim alanları oluşturmaktadır.
ALANYA:
Tarih içerisinde " Coracesium - Calonoros - Alaiye - Alanya " isimlerini alarak günümüze gelen tarihsel zenginlik ve doğal güzelliklerle bezeli tam bir turizm cenneti olan Alanya'nın ilk iskânı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. İlçe merkezinin kuzeydoğu istikametine düşen Bademağacı Köyü ile Oba Köyü arasında bir sınır teşkil eden Kadı İni Mağarasında 1957 yılında bulunan insan iskelet ve fosilleri bunları kanıtlamaktadır. Bu kadar zengin bir tarihe sahip olan Alanya bazen Pamphylia bazen de Klikia topraklarından sayılmıştır.
Tarihçi Heredotos bölgede yaşayan çeşitli kavimlerin Truva Savaşı sonrasında (M.Ö. 1820) buraya gelip yerleşenlere ev sahipliği yaptıklarını yazmaktadır. Hititlerin bölgeye gelerek M.Ö. XIV. yüzyılın ilk yarısında altı bin kadar insanı öldürüp Klikia ve Pamphylia'yı kendilerine bağladıkları bilinmektedir. Pamphylia "Çok ırklı, çok cinsli" anlamına gelen bir sözcüktür. Bu toprakların verimliliği yöreden geçenlerin dikkatini çekerek çoğunu bu bölgede alıkoymuştur.
M.Ö.224–188 yılları arasında Roma İmparatoru Büyük Antiochus III tarafından bütün Klikia'nın istila edilmesine rağmen Coracesium M.Ö.197 yılında saldırılara karşı koymuştur. Kuşatılması ve alınmasının zorluğu nedeni ile istiklalini muhafaza eder. Coracesium, Diodotos Tryphon adlı bir korsan reisinin elinde çevresinde korku saçan, hatta Suriye Krallığına kafa tutan bir yer haline gelir. Bu korsan reisi kendisini daha da kuvvetlendirmek için bugün Arap Evliyasının bulunduğu yerden Ehmedek'e (Ahmedek) kadar olan kısma harçsız iri taşlarla kalın bir duvar çekmiştir.
Şimdiki Kızlar Yarığı veya Korsanlar Mağarası denilen bu mağarayı soygun deposu olarak kullanmışlardır. O devirlerde güçlü bir devlet olan Roma İmparatorluğunun kıyı şeridine kadar sızmışlar, fidye alıp haraca bağlayacak kadar ileri gitmişlerdir. Bu nedenle kimsenin denize açılamaması Roma şehirlerini yiyecek açısından büyük sıkıntıya düşürmüştür. Halkın bu sıkıntıdan biran önce kurtarılması düşüncesi ile MÖ.193 yılında Antiochus III tarafından açılan bir savaş sırasında bu korsan reisi yok edilir.
Zamanla tekrar güçlenen korsanlar Akdeniz'de tekrar korku saçmaya başlayınca kesin bir sonuç almak isteyen Roma İmparatorluğu geniş yetkiler ile Antonius'u görevlendirir (MÖ 103). Antonius döneminde Roma İmparatorluğunun sınırlarının genişlemesine rağmen eski güçlerine ulaşmaya çalışan korsanlar da Akdeniz kıyı şeridindeki birçok şehir ve kasabayı yağma ederler, hatta kendilerini imha etmekle görevlendirilen Antonius'un kızını da kaçırırlar. Soygunların sona erdirilmesi gerektiğine inanan Roma İmparatorluğu bu kez ordunun güçlü komutanlarından Pompeus'u görevlendirir. Kara ve denizden yaptığı acımasız saldırılarla (MÖ 67) yılında Pompeus yıllarca Akdeniz'de korku saçan korsanları bir daha güçlenemeyecekleri bir şekilde ortadan kaldırır.
Bu yörelere tam anlamıyla sahip olan Roma İmparatorluğu, Cesar'ın ölümünden sonra Klikia yöresini Antonius'un yönetimine bırakır. Rakibi olan Octavius, Antonius'a savaş ilan eder. Yunanistan'da bulunan Antonius ve Cleopatra’nın ordularını burada yenerek bölgeyi ele geçirir. Antonius ve Cleopatra dönemlerinde gemi yapımında kullanılan ağaçlar bu bölgeden temin edilmiştir. Alanya’da İmparator Traianus döneminde para basılmıştır.
Orta çağda Coracesium'un kalıntılarından yararlanılarak burada Calanoros Kalesi yapılmıştır. Romalılardan sonra Bizanslıların eline geçen Alanya o dönemde Calanoros adını alır. Pamphylia ve Klikia bölgeleriyle beraber bölgeye Hıristiyanlığın gelmesinden sonra kilise Kalenin içindeki yerini almıştır. Stratejik önemi kalmayan bu bölgenin dini önemi artınca Piskoposluk merkezi ilan edilir.
İslam Devletlerinin Roma şehirlerine karşı yaptığı akınlar sırasında Calanoros kalesinin alınmasının zorluğu sebebiyle bağımsızlığını muhafaza eder. Selçuklular; Klikia'yı (Antalya) aldıktan sonra; Akdeniz hâkimiyetinin ancak Calanoros'un da ele geçirilmesiyle mümkün olacağını düşünerek, alınması oldukça zor olan bu kaleyi de topraklarına katmak için harekete geçerler. Antalya'nın idaresi için görevlendirilen Ertokuş Bey saldırı planı hazırlayarak kaleyi kuşatır. Kalenin iki ay kadar saldırılara karşı koymasından sonra, harp yapacak güçleri kalmadığını anlayan kale komutanı Kir-Fart yakınlarıyla birlikte teslim olur. 1221 yılında kendi eliyle kale kapılarını sonuna kadar açarak Sultan'ı karşılar.
Sultan Alaaddin Keykubat'ın şehri ele geçirmesinden sonra kente Alaiye adı verilir. Ordu Antalya'ya doğru yol alırken Alara Kalesi önlerine gelen Sultan bu kalenin de Selçuklu topraklarına katılmasını emreder. Alaaddin Keykubat'ın başlattığı yapılaşma kenti öylesine güzel bir hale getirir ki Alaiye, Selçuklu Sultanları tarafından kışlık Başkent olarak kullanılmaya başlanır. Tersane ve tersanenin bekçisi Kızılkule bu dönemde inşa ettirilir. Selçuklulara uzun yıllar Sancaklık yapmış olan Alaiye XIII. yy. ortalarında Selçukluların zayıflamasından sonra aynı sülaleden gelen Karamanoğullarının eline geçer. Daha sonra 1293–1471 yılları arasında Memluklulara bağlı Alaiye Beyleri tarafından yönetilir.
Alaiye'nin Osmanlılar tarafından alınması Fatih Sultan Mehmet devrinde gerçekleşmiştir. Fatih zamanında Alaiye Karamanoğlu Lütfü Bey oğlu Kılıç Arslan Bey'in elindedir. Fatih'in emri üzerine Rum Mehmet adında bir kumandan Fetih ile görevlendirilir. Fakat bu komutan başarılı olamaz. Bu kez görev Gedik Ahmet Paşa'ya verilir. Gedik Ahmet Paşa 1471 yılında fazla zorlanmadan Kılıç Arslan Bey'i ikna yolu ile Alaiye'yi Osmanlı topraklarına dâhil eder. Bu dönemden sonra Alaiye kalesi içinde ve çevresinde Osmanlıların imar çalışmaları başlar. 1571 yılında Tarsus ile birlikte Kıbrıs eyaletine bağlanan Alanya, 1864 yılında Konya eyaletinin bir sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış daha sonra da 1871 yılında da bu ilin bir ilçesi olmuştur. 1221 yılından bugüne gelişen ve hep bir Türk Kenti olarak kalan Alaiye, Türk Kültürünün izleriyle zenginleşmiştir.
Şehrin Alaiye olan ismi en az 200 yıldan bu yana halk arasında Alanya olarak telaffuz edildiği ve o devirlere ilişkin bir çok mezar taşı ve kitabede Alanya isminin geçtiği bilinmekle birlikte Alanya isminin resmi olarak kabul edilişi ulu önder Atatürk'ün 1933 yılında Gülcemal Gemisiyle çıktığı Akdeniz gezisi sırasında Alaiye’den çekilen bir telgrafta Alanya olarak yazılması ile başlamış ve tarihte Coracesion'dan Alanya'ya uzanan bir sayfa tamamlanmıştır.
ALANYA KALESİ
Kandeleri tepesinde yüz yıllar öncesinden kalmanın olgunluğu ve sükûneti içinde uzanan Alanya Kalesi; zamanımıza kadar korunabilen tek Selçuklu Kalesidir. Alanya'da tersanenin arkasında üç yanı denizle çevrili kale 1955 yılında onarılan sağlam bir yapıdır. 1225 yılında Roma kale kalıntılarının yerine Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Halepli Reha bin Ebu Ali'ye yeni bir kale yaptırmıştır. Alaiye Beyleri döneminde önem kazanan bu kale 1471 yılında Osmanlılar tarafından alınmıştır. 83 kule ve 140 burca sahip üç sıra surlarla çevrili olan kale iç ve dış kale bölümlerinden oluşmaktadır.
Aya Yorgi Kilisesi (Hagios Georgios), Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi, Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri, adam atacağı ve zindandan oluşan Kale komplike bir tarihi hazinedir. Bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Aya Yorgi Kilisesi : İç kalede yer alan Aya Yorgi (Hagios Georgios) olarak bilinen MS.6. yy.da yapıldığı sanılan Bizans devrine ait küçük bir kilisedir. Dini önemi artınca zaman içinde piskoposluk haline getirilmiştir. Selçuklulara ait olmayan kaledeki tek eser ve Alanya'nın Türk-İslam dönemi öncesinden günümüze ulaşabilen ender bir yapıdır. Ana özelliğini koruyan kilisenin içinde yer yer tahrip edilmiş veya sökülüp atılmış fresk izlerine rastlanmaktadır. Kale ile birlikte bir bütün olarak koruma altına alınmıştır .
Akşabe Sultan Mescidi ve Türbesi : Kale camiinin biraz ilerisinde bulunan bu mescit 1230 yılında Akşabe Sultan için yaptırılmış olup güzel bir mimarisi vardır. Eskiden kalabilen kısımlarından apsisinin çinili olduğu anlaşılmaktadır. Yakın zamanda onarılan mescidin dışı kesme taştan yapılmıştır. İçi ve kubbesi tuğla ile örülmüştür. İki odadan oluşan yapının bir odası mescit diğer odası Akşabe Sultanın mezarının bulunduğu türbedir. Ayrıca türbede 3 tane mezar daha vardır. Mescidin bir kaç metre ilersinde moloz taş kaideli silindirik tuğla gövdeli minaresi bulunmaktadır.
Alaaddin Camii : Kale Camii, Sultan Süleyman Camii adları ile anılan eserin 1231 yılında Sultan Alaaddin tarafından yaptırıldığı, sonra harap olduğu bazı kayıtlarda geçmektedir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1530–1566 yılları arasında yenilenen moloz taş duvarlı, kubbe kasnağının yapısında kesme taşların kullanıldığı, iç mekânı sekizgen kubbe kasnağı üzerine oturan bir camidir. Son cemaat yerini tuğladan yapılma dört sütun üstüne dayanan üç kubbe örter. Ortadaki iki sütun arasına bir duvar örülmüş üstüne zambak resmiyle süslenmiş bir taş oturtulmuştur. Kubbenin askılık vazifesi gören kısmına akustiği sağlamak için 15 küçük küpçük konmuştur. Caminin kapı ve 14 adet pencere kapakları Osmanlı dönemi oyma işçiliğinin en güzel örneklerindendir .
Emir Bedrüddin (Andızlı) Camii : Günümüzde kullanılan adını hemen yanında bulunan andız ağacından alan bu camii 1277 yılında Emir Bedrüddin tarafından yaptırılmıştır. Hemen bitişiğinde kendisine has mimarisiyle yapılmış çok yüksek olmayan minaresi yer alır. İlçenin Tophane Mahallesinde bulunan bu camiye Kızılkule yanından aşağı kapı yoluyla ulaşılması mümkündür. Gerek tarihi değeri itibarı ile gerekse minberinin oymacılık sanatının en güzel örneği olması itibarı ile ilçede Selçuklulara ait birçok özelliği birden taşıyan en eski camilerden birisidir.
Alaaddin Keykubat Sarayı : İç kalenin en yüksek yerinde kurulmuş olan sarayın sadece kalıntıları mevcuttur. Bu kalıntılardan sarayın çinilerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Hakkında fazla bir bilgiye rastlanamamıştır. Sarayın hemen yanında askerlerin kışla olarak kullandığı sanılan bir yapı belirlenmiştir.
Selçuklu Hamamı : Alaaddin Keykubat tarafından yaptırıldığı sanılan, iç kalenin doğusundaki burçların yanında, kırmızı tuğla ve harçla yapılan tek kubbeli ve sekiz yüzlü bir yapıya sahip olan bir Selçuklu hamamıdır. Şimdi çökmüş olan 5 metre çapındaki kubbesi ile tonozla örtülü küçük bir odası olduğu anlaşılmaktadır. Külhanı iç kale tarafında yer almaktadır. Suyu iç kaledeki büyük sarnıçtan künkler ile getirildiği anlaşılan hamam Selçukluların temizliğe ve sağlığa verdiği önemin bir abidesidir .
Bedesten ve Arasta : Kale Caminin güneybatısında yer alan Arasta'nın han olduğuna dair iddialar vardır. Arastanın hemen yanında bulunan 13 metre genişliğinde 35 metre uzunluğunda bir avluya bakan muntazam olmayan dik dörtgen bir plan üzerine oturtulmuş 26 odası ile bedesten olarak bilinen hanın ise çarşı olabileceği öne sürülmektedir. Her iki eserinde 14–15. yüzyıllarda Karamanoğulları tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Bu bedestenin çarşı olabileceği gibi kalenin malzeme deposu olabileceği de ileri sürülmektedir.
Sarnıçlar : Evliya Çelebi Seyahatnamesinde sarnıçlar şehri olarak adı geçen Alanya'da kale ve çevresinde yaşayan halkın su ihtiyacının karşılanması için kale içinde irili ufaklı 420 sarnıcın yaptırıldığı tespit edilmiştir. Bu sarnıçlar içinde en önemlisi Akşabe Sultan Mescidi ile Bedesten arasında 22,5 metre boy ve 13 metre genişliğindeki Mecduddin Sarnıcıdır. Bu Selçuklu Türklerinin mimari yanında alt yapıya verdikleri önemin en güzel örneklerinden birisidir .
Deniz Feneri : 1720 yılında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kalenin güney ucunda, denize dik inen yamaç üzerindeki surların bulunduğu yerde yaptırılan fener bugün de hala iki binasıyla görevini yerine getirmektedir .
Sitti Zeynep Türbesi : Damlataş mağarası yolundan kaleye gidilen yol üzerinde bulunan bu Türbenin ne zaman yapıldığı ve Sitti Zeynep hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Selçuklu döneminden kaldığı sanılmaktadır. Kanuni döneminden kalma vakıf kayıtlarında adı geçmektedir. Ankara’da Kuyud-u Kadime Arşivinde 172 nolu kayıtlı Kanuni Devrine ait İlyazı defterinde ve İstanbul Başbakanlık Arşivi 166 nolu vakıf İcmal Defterinde Vakf-ı Sitti Zeynep bin’t Zeynülabidin olarak geçmektedir. Bir Eren olduğu sanılan Sitti Zeynep’in Türbesi Alanya ve çevreden gelen kişiler tarafından ziyaret edilmektedir.
Adam Atacağı : Kalenin kuzeydoğusunda 250 metrelik uçurumun üstünde 15 metre derinlikte bir zindanın bulunduğu yerdir. Bölgede anlatılan bir rivayete göre "Bizans devrinde iki suçlunun burada güreştirilip, mağlup olanın hasmı tarafından denize atıldığı, yenen suçlunun ise buradaki zindandan bir süre sonra çıkarılarak son bir şans tanındığı, eline verilen üç taştan birini denize düşürmesi halinde af edildiği, beceremez ise çuvala konup kayalıklara veya mancınık ile denize atıldığı" yerdir. Atılan taşın hava akımı ve yer çekimi nedeniyle denize düşürülmesinin çok zor olduğu bir yerde, günümüzde bu rivayetten kaynaklanan dilek tutarak taş atma geleneği yabancı ve yerli turistler tarafından sürdürülmektedir.
KIZIL KULE
Kentin liman kısmına egemen olan bu sağlam kuleye adını, koyu kırmızı renkli taşlar verir. Klikia'lı korsanlardan kalma eski bir kale kalıntısının yerine 1226 yılında Alaaddin Keykubat döneminde yaptırılmıştır. Kule ; konumu, planı, yapı tekniği ve kitabeleri ile Anadolu yapı sanatının eşsiz bir örneğidir. Üç adet kitabesi bulunan kulenin kapı yazıtında Sinop Kalesini de yapan Halepli Ebu Ali Reha El Kettani' nin eseri olduğu yazmaktadır. Diğer iki kitabede Alaaddin Keykubat'a methiyeler bulunmaktadır. Sekizgen planlı kulenin her duvarı 12,5 m. genişliğinde ve yüksekliği 33 m.dir. İki açık, üç kapalı toplam beş kattan oluşan kuleye çok geniş ve çok yüksek olan 85 basamakla çıkılır. Tersanenin bekçisi olan kule 1951–1953 yılları arasında köklü bir restorasyon yapılarak etnografya müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Üç ayrı kuleyi ve üst kaleyi çevreleyen uzun bir duvarla bağlanır. Kule bir benzerinin bulunmaması ve limandaki heybetli görüntüsü ile Alanya'nın sembolü olmuştur.
SELÇUKLU TERSANESİ
Sultan Alaaddin Keykubat'ın Alaiye'yi almasından sonra Akdeniz'de ticaret yapan esnafı ve sahil kesimini korumak için düşündüğü Akdeniz Filosunu oluşturmak amacıyla 1228 yılında yaptırılmıştır. Kızıl Kulenin güneyinde deniz kıyısında beş gözlü olarak inşa edilen ve günümüze ulaşan yegâne Selçuklu Tersanesidir. 56.5 metre uzunluğu ve 44 metre derinliğinde üzeri tonozlarla örtülü olan tersanenin her gözü 7,7 metre genişliğinde 42,3 metre boyundadır. Duvarları kesme taştan, kemer ve kubbeleri tuğladan yapılan tersanenin tavanlarında ışık almasını sağlayan pencereler mevcuttur. Sol tarafında bir mescit, sağ tarafında muhafız odası olan tersanenin 3. gözünün arkasında da bir su kaynağı vardır. Sekiz asırdır hala sağlamlığını koruyan tersane Kızılkule'nin yanında Alanya'nın simgesi olarak yer almaktadır .
SELÇUKLU MEDRESESİ
Selçukluların yazlık başkent olarak kullandıkları Alanya'da Sultan Alaaddin Keykubat tarafından 1232 yılında Obaköy Beldesinde bir tepe üzerinde yaptırılan Selçuklu Medresesinin batı cephesindeki girişi Selçuklu motifleri ile süslüdür. Bir avlu, her iki yan tarafa dizilmiş altı oda ve bir eyvandan oluşan medresenin iç kapısındaki oymalar Selçuklu el sanatının ve Selçuklu eğitim kurumlarının bir örneğidir .
ALARA KALESİ
Yalçın bir tepenin çevresinde dolanan Alara Kalesi Alarahan'a gelen yolcuların ve İç Anadolu'ya giden yolun güvenliğini sağlamak için Alarahan ile aynı tarihlerde yapılmıştır. Hana sekizyüz metre mesafede; Selçukluların o inanılmaz azim ve savunma sisteminin disiplini ile yaptığı kaleler arasında inşaatı en zor olanlardan biridir. Kalenin yüksekliği 200 ila 500 metre arasında değişmektedir. Dış ve iç kale olarak iki bölümdür. Kaleye yüksek basamaklarla çıkılan sol duvar üzerindeki bir giriş tüneli ile girilir. Kayalar oyularak tünelden yollar yapılmıştır. Günümüzde birçok yeri harap olan yollar, Kale içindeki saray kalıntısı, hizmetkârların barındıkları evlerin kalıntıları, bir cami ve bir hamamın kalıntıları bulunur. Yine de uzun yıllara rağmen değişik ince yapı şekli ile kervansaray ve kale güzelliğini koruyan Selçuklu eserlerindendir.
HASBAHÇE KÖŞKÜ
Alaaddin Keykubat'ın Alaiye'yi almasından sonra kışları geçirmek için torosların eteğinde inşa edilmiştir. Yakınında 1000 yıllık bir tarihi çınar ile Sultan Kılıçarslan tarafından yaptırılmış iki ağızlı bir çeşme vardır. Günümüzde mesire yeri olarak kullanılmaktadır .
HAN VE KERVANSARAYLAR
Alarahan : Alanya - Manavgat sınırını teşkil eden Alara çayından adını alan Alarahan denizden 9 km. içerdedir. Alanya'nın 35 Km. kuzeybatı istikametine düşen han tamamen kesme taşlardan 2000 metrekarelik bir alan üzerinde yapılmıştır. Türk yapı sanatının güzel bir örneği olan hanın en büyük özelliği diğer hanlarda avlular hep ortada yer aldığı halde bu handa dış duvarın kenarındadır. Kapıdan içeri girince nöbetçi kulübesi, hamam ile uzun bir koridorun sağ ve sol yanında yaralan konaklama odaları görülmektedir. Hanın kuzeye bakan giriş kapısından içeri girerken portalı üzerindeki Alaattin Keykubat'a ait kitabeden 1231 yılında yapıldığı öğrenilmektedir. Sultan Alaattin Keykubat’ın diğer kitabelerde kendini "Kara ve iki denizin sultanı, müminlerin emiri, Arap ve Acem ülkesinin sahibi" olarak gösterirken bu kervansarayın kitabesinde dikkati çeken nokta kendini "Rum, Şam, Ermeni ve Frenk memleketlerinin de Fatihi" olarak göstermesidir. Alara çayının getirdiği çamur ve mil tabakasının özellikle sularının fazlalaştığı dönemlerde temellerin zayıflamasına neden olabileceği izlenmektedir. Özelliğinden hiç bir şey kaybetmeyen handa; portal kemerin özengi taşındaki ezilme ve kale girişinde bulunan güneş saati dikkati çekmektedir.
Şarapsa (Serapsu) Hanı : Antalya karayolunun 15. kilometresinde Serapsu deresi kıyısında yolun hemen üst tarafında yaklaşık 15 metre en ve 70 metre boyundaki alan üzerine kurulan bir Selçuklu eseridir. Kuzey yönündeki görkemli kapısının üzerinde dört satırlık bir kitabesi vardır. Sultan Alaaddin Keykubat'ın oğlu Gıyaseddin Keyhusrev zamanında (1236–1246) yaptırıldığı yazmaktadır. İri taşlarla beşik örtüsü şeklinde yapılan bu hanın ön yüzeyi kesme taştan diğer yüzeyleri moloz taş duvardan oluşturulmuştur . İnşaat tarzı ile diğer hanlardan ayrılmıştır. Cephe duvarları birçok ek duvarla takviye edilen hanın üzerinde kale burçlarında bulunan türden dışardan girilmesi mümkün olmayacak şekilde mazgallar bulunan hanın gerektiğinde kale gibi kullanılmak üzere yapıldığını göstermektedir. İçi boydan boya bir dehliz şeklinde bulunan hanın doğu yönünde bir de mescit bulunmaktadır. Gece konaklayanlar için hayvanlar ile insanlar arasında küçük bir yükselti vardır.
Kargı Han : Alanya'nın batı kesimindeki Kargı çayının kuzeyinde olan hanın kitabesi olmadığı için yapım yılı ve şekli hakkında fazla bir bilgi mevcut değildir. 46 metre eninde ve 50 metre boyundaki hanın Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılan Antalya-Beyşehir-Konya yolunun kesik bel mevkiinin dip kısmında yer alan bir kervansaraydır. Orta avlunun etrafına sıralanmış, hepsinin tavanında hava bacaları bulunan odalardan oluşmaktadır. Kapının karşısında taştan oyulmuş sabit hayvan yemlikleri vardır. Han ana yoldan uzak olduğu için çok harap ve bakımsız bir durumdadır .
ÖREN YERLERİ
Maddi imkânsızlıklar ve eleman yetersizliği nedeniyle Alanya ve çevresinde haklarında henüz hiç bir bilgi bulunmayan, arkeolojik araştırmaları ve kazıları tamamlanmamış, bu nedenle turizme kazandırılamamış sayısız tarihi ören yerleri bulunmaktadır. Bunlar Syedra, Leartes, Iotape, Hamaxia, Cibra, Justiniapolis (Karaburun), Augea (Konaklı), Naula (Mahmutlar), Ptolemaios (Fığla), Pisarissos (Esentepe), Marassos (Büyükpınar), Gülefşan gibi tarihi ve kültürel kalıntılardır. Bunlardan Justiniapolis, Augea, Naula, Ptolemaios, Pisarissos ve Marassos hakkında detaylı bir bilgi yoktur.
Syedra Antik Kenti : Alanya'ya 18 km. uzaklıkta Mersin yolu üzerinde İshaklı Köyü sınırları içindedir. Syedra MÖ.3.yy.da tarih sahnesine çıkmış bir kenttir. Helenistik çağa ait oldukça harap olan kalıntılar arasında hamam, revaklı yol, fresko izleri taşıyan mezarlar ve bir sarayın kalıntıları bulunur. İlk kez 1891 yılında Heberdey ve Wilhelm tarafından ziyaret edilmiştir. Syedra bölgedeki anti korsan mücadelelerine katılmıştır. G.Bean ve T.Mitford'un bulduğu bir yazıtta Syedra’lıların bölgedeki korsanlardan rahatsız olduklarını bu nedenle tanrıların yardımlarına ve öğütlerine muhtaç olduklarını belirtmekte, Syedra’lıların ileriye yönelik kehanetle ilgili isteklerini yansıtmaktadır .
Kente girişi sağlayan anıtsal görünümdeki kapının lentosu halen sağlam olarak görülmektedir. Ön ve arkasında geçit şeklinde mekânlar vardır. Ana kapının solunda doğu-batı yönünde büyük bir kilise vardır. Kilisenin kuzeyi doğal kayadan yararlanılarak yapılmıştır. Doğu yönündeki duvarın pencereleri doldurularak arkası daha sonraki dönemlerde çeşme şeklinde bir yapıya dönüştürülmüştür. Kente girişi sağlayan giriş kapısının sağında doğal yapıya uygun olarak teraslama şeklinde alt alta üçlü bir sulama sistemi mevcuttur. Sulama sistemini oluşturan havuzlar halen köylülerce günümüzde de kullanılmaktadır. Su yakınındaki bir mağaranın içinden çıkan kaynaktan sağlanmaktadır. Bu mağaranın girişi taşlarla tonoz şeklinde örtülmüş ve içinde uzun dehlizler bulunmaktadır. Kentin doğusunda iki katlı çok görkemli bir yapı kalıntısı vardır. Yer yer zemininde mozaik kalıntıları bulunan bu bina şehrin hamamıdır. Su ihtiyacı yakınındaki sarnıçtan temin edilmektedir. Bu yapının hemen karşısında kuzey güney doğrultusunda uzanan sütunlu cadde mevcuttur. Caddenin batı yanı teraslanmadan duvarla örülmüş ve duvarlara heykel koymak için nişler yapılmış ve taş kaideler konulmuştur. Caddenin diğer yönündeki sütunlar korint başlıklı siyahımsı granitten yapılmıştır. Kentte bulunan bir onur yazıtından burada bir Halk Meclisi ve Senato'nun olduğu (HBOYLHKAIODHMOS) anlaşılmaktadır. Syedra’daki yapıların çoğunun tabanının mozaiklerle süslü olduğu görülmektedir. Alanya müzesinde Syedra'dan getirilen bir mozaik, kentte mozaik sanatının ayrı bir yeri olduğunu göstermektedir. Mozaikte mitolojideki üç güzelleri temsil eden üç kız resmi ve Parisi simgelediği sanılan bir erkek resmi bulunmaktadır .
Leartes Antik Kenti : Dağlık Klikia'nın bir diğer önemli kenti de Toroslarda dim vadisi ağzında yükselen Cebel-i Reis dağının 850. metresinde kurulmuş olan Leartes antik kentidir. Alanya'ya 25 km. mesafededir. MS. 1. ve 3.yüzyıllar arasında en parlak devrini yaşamıştır. Kentin adının Leartes olduğu Vespasian'a ait bir heykel kaidesindeki yazıttan anlaşılmaktadır. Kente gelirken ilk dikkati çeken yapılar, kiriş yataklarından iki katlı oldukları anlaşılan gözetleme kuleleridir. Kentin batı kesimindeki düzlükte yer alan sportif yarışmaların yapıldığı Agora'nın batısı dükkân sıraları, güneyi hamam, kuzeyi Exedra ile sınırlıdır. Batıda 13 adet dükkân kalıntıları görülmektedir. Agoranın hemen kuzey bitişiğinde yarım yuvarlak formlu, oturma sıralarında kartal pençeleri ile süslemeleri bulunan Exedra kentin göze çarpan önemli yapılarındandır. Yanında bulunan Caracalla'nın heykelinden ona ait olduğu ve Exedra'nın MS. 211 – 217 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu sıraların en kuzeyinde Cesar tapınağı olarak bilinen ve Clausius döneminde inşa edilmiş bir tapınak mevcuttur. Leartes'in liman kalıntılarının MÖ.7 yy.dan kaldığı sanılmaktadır. Mahmutlar kasabasının tam ortasında kalan buradaki yapıların epeyce harap olmasından dolayı bütün özellikleri kaybolmuştur .
Iotape (Aytap) Antik Kenti : Gazipaşa yolunun 26. kilometresinde MS. 38–72 yıllarından kalan yolun hem sağında hem de solunda yerleşmiş bu antik liman kentinin kara kısmında kalan kalıntılar oldukça harap durumdadır. Daha sonraki Roma ve Bizans dönemlerinden kalma deniz kıyısındaki yerleşim alanında ise yakın bir zamana kadar oturulmuş evler, akropol, agora ve liman vardır. Koyun öteki yakasında ise kaplıca ve hamamlar, hala duvarlarında bazı fresk izleri taşıyan küçük bir kilise ve surlar bulunmaktadır. Kral Antichus'un karısı Iotape'nin anısına şehre adını verdiği bilinmektedir .
Hamaxia ( Sinek Kalesi ) Antik Kenti : Alanya'ya 7 Km. mesafede Elikesik Köyü sınırlarında kalan Hamaxia'da oldukça iyi korunmuş surlar, çeşitli ev kalıntıları, geç dönemde kiliseye çevrildiği sanılan büyük yapı, kule, çeşme, 11 yazıtlı bir exedra, surlar arasında bir nekropol bulunur. MS.1. yy.a ait izleri gösterir. Kalıntılarda Roma ve Bizans dönemlerine ait özelliklere de rastlanır .
Pisarissos (Esentepe) : Alanya’nın Karaboynuzlar Köyü sınırları içerisinde Hisar Tepe denilen mevkii de yer almaktadır. Kentte bulunan bir yazıt nedeni ile Pisarissos olarak adlandırılmıştır. Küçük bir yerleşim niteliğindeki antik kent surlarla çevrilidir. Yapıların fonksiyonları tam olarak belirlenememektedir. Ancak zirvede yer alan anıtsal nitelikteki bir yapı kalıntısı ve zeytin işleme yeri dikkati çekmektedir.
Marassos (Büyükpınar) : Alanya’da Demirtaş Beldesi Büyükpınar Köyü yakınlarında Asar Tepe mevkiinde yer almaktadır. Alanya’nın kuzey-doğusunda 26 km. mesafededir. Antik kent deniz seviyesinden 670 metre yükseklikte bir tepenin üzerindeki iki yükselti ve yamacında yer almaktadır. Kalıntılardan kentin helenistik izler taşıdığı görülmektedir. Antik kent Bean ve Mittfort tarafından 1964–1968 yıllarında gezilmiş ve kentte buldukları iki yazıttaki Marasseon kelimesi nedeni ile Marassos olarak adlandırılmıştır.
Justinianopolis (Karaburun) : Alanya’ya 40 km. uzaklıkta ve Alanya-Antalya karayolu ile deniz arasında yer almaktadır. Burası bugün Karaburun olarak anılmaktadır. Roma dönemi eseri olan antik kentin merkezi fazla yüksek olmayan bir tepenin üzerinde kurulmuş olup denize kadar uzanmaktadır. Sur duvarlarını, mezar ve diğer yapılar ile beraber su kemerlerini görmek mümkündür. Hamam yakınlarındaki antik kaynak kentin ilginç unsurlarından birisidir. Şehir bir de limana sahiptir. Kente adı Bizans imparatoru Justinianus’a atfen verilmiştir.
Ptolemaios (Fığla) : Bugünkü Fığla olarak adlandırılan yarımada üzerinde kurulmuştur. Roma dönemi antik kentlerinden birisidir. Fazla engebesi olmayan düz bir alanda konumlanmıştır. Çok tahrip edilmiştir ve yüzeyde pek eser görülememektedir. Aynalı göl olarak bilinen antik liman günümüze ulaşan en önemli kalıntıdır.
Augae (Konaklı) : Antalya-Alanya devlet karayolunun hemen sağ tarafında yol ile deniz arasındadır. Geç Roma döneminde kurulmuştur. Yapılar oldukça harap durumdadır. Kentin akropolünün doğu tarafının bir kısmı yok olmuştur. Luwi ve Helen dilleri ile bağlantısı olan Augae’nin Ana Tanrıça Tapınağı anlamına geldiği sanılmaktadır.
Naula ( Mahmutlar) : Mahmutlar Beldesi Örenardı mevkiinde bulunan ve Alanya-Gazipaşa kara yolunun kuzeyinde bir km. kadar içeride bir tepecik ve eteklerinde kuruludur. Moloz taş ve harç ile yapılmış iki kilise ve yapı kalıntıları vardır. Ayrıca sur izleri de görülmektedir. 19. yüzyılda kenti gezen seyyahlardan W. Heberdey burada 9 adet kilise kalıntısı gördüğünü yazmaktadır. Kent ayrıca Leartes antik kentinin limanı görevini de görmüştür.
Cibra (Kibra) Harabeleri : Alara kalesinin yakınındaki bu ören yerinin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle beraber MÖ 1. veya 2. yüzyılda burada basılmış olduğu sanılan paraların üstünde adının rastlanmasının dışında fazla bir bilgi yoktur.
Gülefşan Kalıntıları : Alanya'nın 5 Km. doğusunda Oba Köyü mevkiindedir. Kale kalıntıları mevcuttur. Tarihiyle ilgili fazla bir şey bilinmemektedir .
MAĞARALAR
DENİZ MAĞARALARI : Alanya yarımadasının güney ve batısında yer alan, haklarında çeşitli rivayetler bulunan, tabii ve jeolojik güzelliklere sahip Korsanlar, Âşıklar ve Fosforlu mağara isimlerindeki üç mağaradan oluşmaktadır.
Korsanlar Mağarası : Alanya limanından yarımadanın güneyine doğru gidilirken karşılaşılan ilk mağaradır. Deniz motoruyla 10 metre genişliğinde ve 6 metre yüksekliğindeki bir girişten içine girilebilen mağara kuzeye doğru genişlemektedir. Eskiden içinde kaleye kadar giden gizli bir yol olduğu söylenen mağarada deniz içindeki kayaların renkli taşları ilginç görüntüler oluşturmaktadır.
Âşıklar Mağarası : 75 metre uzunluğundaki çift girişli bu mağarada zamanında esir kızların ve ganimetlerin saklandıkları söylenmektedir.
Fosforlu Mağara : Damlataş Mağarası tarafındaki üçüncü mağaradır. Küçük bir kayıkla içine girilebilen bu mağara, yapı ve görüntü itibariyle jeolojik değeri olan ilginç bir tabii güzelliktir. Geceleri içi çok aydınlık olan mağaranın fosfor parıltıları gündüzleri de fark edilmektedir.
KARA MAĞARALARI : Alanya'da tabii güzelliklere sahip kara mağaraları da mevcuttur. Bunlardan önemlileri Damlataş, Hasbahçe, Kadı İni (Çatak) ve Gâvur İni (Dim) mağaralarıdır .
Damlataş Mağarası : 1948 yılında iskele inşaatında kullanılmak üzere taş ocağı olarak tespit edilen bugünkü yerinde dinamit ateşlemesi sonucu ortaya çıkan mağarada ilk araştırma Alanya Turizmine unutulmaz hizmetler veren merhum Galip Dere tarafından yapılmıştır. Giriş kısmında 50 metre uzunluğunda geçit bulunan 14 metre çap ve 15 metre yüksekliğinde bir mağaradır. Silindir şeklinde bir boşluğa sahip olan mağara 15000 senede oluşan dikit ve sarkıtlara sahiptir. Birinci zamanda, permiyen devrine ait azı kristalize kalkerdir.
Sarkıtlardan damlayan su damlaları nedeniyle Damlataş adını almıştır. % 95 rutubet, 22 derece değişmeyen ısı, 760 mm. sabit basınç, % 20,5 Oksijen bulunduğu tespit edilen mağaranın astım hastalığına da iyi geldiği tespit edildiğinden şifa ve turizm amaçlı olarak kullanılmaktadır. Sağlık konusundaki özel yeri nedeni ile mağaralar içinde özel bir avantaja sahiptir.
Hasbahçe Mağarası : Hasbahçe mahallesi inişdibi mevkiinde Alanya'ya 4 km. mesafede bulunmaktadır. Damlataş mağarasından 4–5 kat daha büyük olan mağaranın oluşumu hakkında bilimsel anlamda bir çalışma yapılmamıştır.
Gâvur İni (Dim) Mağarası olarak tanınan mağara ilçe merkezinin 12 Km. doğusunda bulunan Cebel-i Reis Dağının Alanya yamacındadır. Mağaranın batıya bakan büyük bir ağzı vardır. İçinde dikit ve sarkıtların yanında dip kısmında bir gölü mevcuttur. Yapısı hakkında bir çalışma yapılmamıştır.
Kadı İni Mağarası : İlçe merkezine 15 Km. kuzeydoğu istikametinde Çatak mevkiinde bulunan Çatak veya Kadıini Mağarası, Damlataş mağarasından 3 kat büyüklükte dikit ve sarkıtlardan oluşan bir mağaradır. Yapısı hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
ALANYA ARKEOLOJİ MÜZESİ
İçinde 14 kapalı, bir açık teşhir salonu olan müze 1967 yılında hizmete açılmıştır. Tunç Çağı, Urartu, Frigya ve Lidya eserleri ile Helenistik çağa ait çanak, çömlek ve zengin Roma dönemi eserleri, Helenistik, Roma, Bizans ve çeşitli İslami devirlere ait zengin para koleksiyonu sergilenmektedir. Müzedeki parçalardan bazıları Ankara ve İstanbul’daki müzelere götürülmüş ve burada bulunan tarihi eserlerdir. Alanya Müzesinin en önemli parçalarından biri 2.YY. dan kalma Küçük Bronz bir Herakles heykelciğidir ve neredeyse müzenin sembolü haline gelmiştir.
ATATÜRK EVİ VE MÜZESİ
İkinci meşrutiyet döneminde yapıldığı tahmin edilen binanın yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 18 Şubat 1935 tarihinde Atatürk'ün Alanya'yı ziyareti sırasında kaldığı bu ev, mülkün sahibi Rıfat Azakoğlu tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığına bağışlanmıştır. Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından 1986 yılında Atatürk Evi ve Müzesi olarak hizmete açılmıştır.
Bugün müze olarak kullanılan Alanya Kalesi, Kızıl Kule, Alanya Müzesi ve Atatürk Evine ait ziyaret istatistikleri incelendiğinde müzeleri ziyaret eden turist sayılarında geçmiş yıllara göre düşüş devam etmektedir. 2003 yılında istatistikler incelendiğinde Müze ziyaret ve gelirlerinin geçmiş yılların ortalamalarının altında kaldığı görülmektedir.
İlin kara, deniz ve hava yolları ile iç ve dış pazarlarla bağlantılı olması her yönü ile kapasiteyi artırmaktadır. Antalya İli Türkiye'nin en büyük deniz limanlarından birine ve hava trafiği bakımından ikinci büyük hava limanına sahiptir.
Ülke turizminin öncüleri arasında yer alan ve turistik potansiyeli yüksek olan Antalya İline her yıl kara, deniz ve özellikle havayolu ile çok sayıda turist gelmektedir.
Antalya, Türkiye'nin ve dünyanın en önemli turizm bölgelerinden biridir. Merkez, Kaş, Kale, Kemer, Serik, Manavgat, Alanya ve Gazipaşa ilçelerinde Bakanlar Kurulunca ilan edilmiş toplam 21 Turizm Merkezi bulunmaktadır.
Antalya İli Türkiye'de bugüne kadar bilinen en eski yerleşmelerin bulunduğu İllerimizden biridir.
İl merkezinin kuzeybatısında 20 km mesafede bulunan "KARAİN MAĞARASI'NDA" yapılan kazılarda M.Ö 220 bin yılından bugüne kadar kesintisiz bir uygarlığın varlığı ortaya çıkarılmıştır.
Tarihi eser ve kalıntıların adeta açık hava müzesi gibi geniş bir alana dağıldığı ilimizde tarih öncesi Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğuna ait izler yan yanadır.
Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun bir Sancağı olan Antalya, Sevr Antlaşmasından sonra kısa bir süre İtalyan işgali görmüş ve Cumhuriyet döneminde de Vilayet haline gelmiştir.
Akdeniz Bölgesinin batı kesiminde yer alan Antalya'da Toros Sıradağları İl'in kara sınırlarını meydana getirmektedir. İl güneyinde Akdeniz, doğusunda İçel, Karaman ve Konya, kuzeyinde Isparta ve Burdur, batısında ise Muğla İlleri ile çevrelenmektedir.
Antalya ili Akdeniz iklimi içinde mütalaa edilmekte ise de etkilerinin denizden uzaklaştıkça ve yükseklik arttıkça azaldığı görülmektedir.
Antalya İli'nin toplam yüzölçümü 20.723 km2'dir. Türkiye alanının %2,6'sını kapsamaktadır. Bu alanın %20,16'lık bölümü olan 4.150.160 dekarını Tarım Alanları, %4,98 ile 1.024.650 dekarını çayır-mer'a, %55,12 ile 11.350.600 dekarını orman ve fundalıklar, %0,025 ile 52.080 dekarını su yüzeyi ile %19,49'luk oran ile 4.013.520 dekarını da tarım dışı alanlar ve yerleşim alanları oluşturmaktadır.
ALANYA:
Tarih içerisinde " Coracesium - Calonoros - Alaiye - Alanya " isimlerini alarak günümüze gelen tarihsel zenginlik ve doğal güzelliklerle bezeli tam bir turizm cenneti olan Alanya'nın ilk iskânı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. İlçe merkezinin kuzeydoğu istikametine düşen Bademağacı Köyü ile Oba Köyü arasında bir sınır teşkil eden Kadı İni Mağarasında 1957 yılında bulunan insan iskelet ve fosilleri bunları kanıtlamaktadır. Bu kadar zengin bir tarihe sahip olan Alanya bazen Pamphylia bazen de Klikia topraklarından sayılmıştır.
Tarihçi Heredotos bölgede yaşayan çeşitli kavimlerin Truva Savaşı sonrasında (M.Ö. 1820) buraya gelip yerleşenlere ev sahipliği yaptıklarını yazmaktadır. Hititlerin bölgeye gelerek M.Ö. XIV. yüzyılın ilk yarısında altı bin kadar insanı öldürüp Klikia ve Pamphylia'yı kendilerine bağladıkları bilinmektedir. Pamphylia "Çok ırklı, çok cinsli" anlamına gelen bir sözcüktür. Bu toprakların verimliliği yöreden geçenlerin dikkatini çekerek çoğunu bu bölgede alıkoymuştur.
M.Ö.224–188 yılları arasında Roma İmparatoru Büyük Antiochus III tarafından bütün Klikia'nın istila edilmesine rağmen Coracesium M.Ö.197 yılında saldırılara karşı koymuştur. Kuşatılması ve alınmasının zorluğu nedeni ile istiklalini muhafaza eder. Coracesium, Diodotos Tryphon adlı bir korsan reisinin elinde çevresinde korku saçan, hatta Suriye Krallığına kafa tutan bir yer haline gelir. Bu korsan reisi kendisini daha da kuvvetlendirmek için bugün Arap Evliyasının bulunduğu yerden Ehmedek'e (Ahmedek) kadar olan kısma harçsız iri taşlarla kalın bir duvar çekmiştir.
Şimdiki Kızlar Yarığı veya Korsanlar Mağarası denilen bu mağarayı soygun deposu olarak kullanmışlardır. O devirlerde güçlü bir devlet olan Roma İmparatorluğunun kıyı şeridine kadar sızmışlar, fidye alıp haraca bağlayacak kadar ileri gitmişlerdir. Bu nedenle kimsenin denize açılamaması Roma şehirlerini yiyecek açısından büyük sıkıntıya düşürmüştür. Halkın bu sıkıntıdan biran önce kurtarılması düşüncesi ile MÖ.193 yılında Antiochus III tarafından açılan bir savaş sırasında bu korsan reisi yok edilir.
Zamanla tekrar güçlenen korsanlar Akdeniz'de tekrar korku saçmaya başlayınca kesin bir sonuç almak isteyen Roma İmparatorluğu geniş yetkiler ile Antonius'u görevlendirir (MÖ 103). Antonius döneminde Roma İmparatorluğunun sınırlarının genişlemesine rağmen eski güçlerine ulaşmaya çalışan korsanlar da Akdeniz kıyı şeridindeki birçok şehir ve kasabayı yağma ederler, hatta kendilerini imha etmekle görevlendirilen Antonius'un kızını da kaçırırlar. Soygunların sona erdirilmesi gerektiğine inanan Roma İmparatorluğu bu kez ordunun güçlü komutanlarından Pompeus'u görevlendirir. Kara ve denizden yaptığı acımasız saldırılarla (MÖ 67) yılında Pompeus yıllarca Akdeniz'de korku saçan korsanları bir daha güçlenemeyecekleri bir şekilde ortadan kaldırır.
Bu yörelere tam anlamıyla sahip olan Roma İmparatorluğu, Cesar'ın ölümünden sonra Klikia yöresini Antonius'un yönetimine bırakır. Rakibi olan Octavius, Antonius'a savaş ilan eder. Yunanistan'da bulunan Antonius ve Cleopatra’nın ordularını burada yenerek bölgeyi ele geçirir. Antonius ve Cleopatra dönemlerinde gemi yapımında kullanılan ağaçlar bu bölgeden temin edilmiştir. Alanya’da İmparator Traianus döneminde para basılmıştır.
Orta çağda Coracesium'un kalıntılarından yararlanılarak burada Calanoros Kalesi yapılmıştır. Romalılardan sonra Bizanslıların eline geçen Alanya o dönemde Calanoros adını alır. Pamphylia ve Klikia bölgeleriyle beraber bölgeye Hıristiyanlığın gelmesinden sonra kilise Kalenin içindeki yerini almıştır. Stratejik önemi kalmayan bu bölgenin dini önemi artınca Piskoposluk merkezi ilan edilir.
İslam Devletlerinin Roma şehirlerine karşı yaptığı akınlar sırasında Calanoros kalesinin alınmasının zorluğu sebebiyle bağımsızlığını muhafaza eder. Selçuklular; Klikia'yı (Antalya) aldıktan sonra; Akdeniz hâkimiyetinin ancak Calanoros'un da ele geçirilmesiyle mümkün olacağını düşünerek, alınması oldukça zor olan bu kaleyi de topraklarına katmak için harekete geçerler. Antalya'nın idaresi için görevlendirilen Ertokuş Bey saldırı planı hazırlayarak kaleyi kuşatır. Kalenin iki ay kadar saldırılara karşı koymasından sonra, harp yapacak güçleri kalmadığını anlayan kale komutanı Kir-Fart yakınlarıyla birlikte teslim olur. 1221 yılında kendi eliyle kale kapılarını sonuna kadar açarak Sultan'ı karşılar.
Sultan Alaaddin Keykubat'ın şehri ele geçirmesinden sonra kente Alaiye adı verilir. Ordu Antalya'ya doğru yol alırken Alara Kalesi önlerine gelen Sultan bu kalenin de Selçuklu topraklarına katılmasını emreder. Alaaddin Keykubat'ın başlattığı yapılaşma kenti öylesine güzel bir hale getirir ki Alaiye, Selçuklu Sultanları tarafından kışlık Başkent olarak kullanılmaya başlanır. Tersane ve tersanenin bekçisi Kızılkule bu dönemde inşa ettirilir. Selçuklulara uzun yıllar Sancaklık yapmış olan Alaiye XIII. yy. ortalarında Selçukluların zayıflamasından sonra aynı sülaleden gelen Karamanoğullarının eline geçer. Daha sonra 1293–1471 yılları arasında Memluklulara bağlı Alaiye Beyleri tarafından yönetilir.
Alaiye'nin Osmanlılar tarafından alınması Fatih Sultan Mehmet devrinde gerçekleşmiştir. Fatih zamanında Alaiye Karamanoğlu Lütfü Bey oğlu Kılıç Arslan Bey'in elindedir. Fatih'in emri üzerine Rum Mehmet adında bir kumandan Fetih ile görevlendirilir. Fakat bu komutan başarılı olamaz. Bu kez görev Gedik Ahmet Paşa'ya verilir. Gedik Ahmet Paşa 1471 yılında fazla zorlanmadan Kılıç Arslan Bey'i ikna yolu ile Alaiye'yi Osmanlı topraklarına dâhil eder. Bu dönemden sonra Alaiye kalesi içinde ve çevresinde Osmanlıların imar çalışmaları başlar. 1571 yılında Tarsus ile birlikte Kıbrıs eyaletine bağlanan Alanya, 1864 yılında Konya eyaletinin bir sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış daha sonra da 1871 yılında da bu ilin bir ilçesi olmuştur. 1221 yılından bugüne gelişen ve hep bir Türk Kenti olarak kalan Alaiye, Türk Kültürünün izleriyle zenginleşmiştir.
Şehrin Alaiye olan ismi en az 200 yıldan bu yana halk arasında Alanya olarak telaffuz edildiği ve o devirlere ilişkin bir çok mezar taşı ve kitabede Alanya isminin geçtiği bilinmekle birlikte Alanya isminin resmi olarak kabul edilişi ulu önder Atatürk'ün 1933 yılında Gülcemal Gemisiyle çıktığı Akdeniz gezisi sırasında Alaiye’den çekilen bir telgrafta Alanya olarak yazılması ile başlamış ve tarihte Coracesion'dan Alanya'ya uzanan bir sayfa tamamlanmıştır.
ALANYA KALESİ
Kandeleri tepesinde yüz yıllar öncesinden kalmanın olgunluğu ve sükûneti içinde uzanan Alanya Kalesi; zamanımıza kadar korunabilen tek Selçuklu Kalesidir. Alanya'da tersanenin arkasında üç yanı denizle çevrili kale 1955 yılında onarılan sağlam bir yapıdır. 1225 yılında Roma kale kalıntılarının yerine Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Halepli Reha bin Ebu Ali'ye yeni bir kale yaptırmıştır. Alaiye Beyleri döneminde önem kazanan bu kale 1471 yılında Osmanlılar tarafından alınmıştır. 83 kule ve 140 burca sahip üç sıra surlarla çevrili olan kale iç ve dış kale bölümlerinden oluşmaktadır.
Aya Yorgi Kilisesi (Hagios Georgios), Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi, Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri, adam atacağı ve zindandan oluşan Kale komplike bir tarihi hazinedir. Bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Aya Yorgi Kilisesi : İç kalede yer alan Aya Yorgi (Hagios Georgios) olarak bilinen MS.6. yy.da yapıldığı sanılan Bizans devrine ait küçük bir kilisedir. Dini önemi artınca zaman içinde piskoposluk haline getirilmiştir. Selçuklulara ait olmayan kaledeki tek eser ve Alanya'nın Türk-İslam dönemi öncesinden günümüze ulaşabilen ender bir yapıdır. Ana özelliğini koruyan kilisenin içinde yer yer tahrip edilmiş veya sökülüp atılmış fresk izlerine rastlanmaktadır. Kale ile birlikte bir bütün olarak koruma altına alınmıştır .
Akşabe Sultan Mescidi ve Türbesi : Kale camiinin biraz ilerisinde bulunan bu mescit 1230 yılında Akşabe Sultan için yaptırılmış olup güzel bir mimarisi vardır. Eskiden kalabilen kısımlarından apsisinin çinili olduğu anlaşılmaktadır. Yakın zamanda onarılan mescidin dışı kesme taştan yapılmıştır. İçi ve kubbesi tuğla ile örülmüştür. İki odadan oluşan yapının bir odası mescit diğer odası Akşabe Sultanın mezarının bulunduğu türbedir. Ayrıca türbede 3 tane mezar daha vardır. Mescidin bir kaç metre ilersinde moloz taş kaideli silindirik tuğla gövdeli minaresi bulunmaktadır.
Alaaddin Camii : Kale Camii, Sultan Süleyman Camii adları ile anılan eserin 1231 yılında Sultan Alaaddin tarafından yaptırıldığı, sonra harap olduğu bazı kayıtlarda geçmektedir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1530–1566 yılları arasında yenilenen moloz taş duvarlı, kubbe kasnağının yapısında kesme taşların kullanıldığı, iç mekânı sekizgen kubbe kasnağı üzerine oturan bir camidir. Son cemaat yerini tuğladan yapılma dört sütun üstüne dayanan üç kubbe örter. Ortadaki iki sütun arasına bir duvar örülmüş üstüne zambak resmiyle süslenmiş bir taş oturtulmuştur. Kubbenin askılık vazifesi gören kısmına akustiği sağlamak için 15 küçük küpçük konmuştur. Caminin kapı ve 14 adet pencere kapakları Osmanlı dönemi oyma işçiliğinin en güzel örneklerindendir .
Emir Bedrüddin (Andızlı) Camii : Günümüzde kullanılan adını hemen yanında bulunan andız ağacından alan bu camii 1277 yılında Emir Bedrüddin tarafından yaptırılmıştır. Hemen bitişiğinde kendisine has mimarisiyle yapılmış çok yüksek olmayan minaresi yer alır. İlçenin Tophane Mahallesinde bulunan bu camiye Kızılkule yanından aşağı kapı yoluyla ulaşılması mümkündür. Gerek tarihi değeri itibarı ile gerekse minberinin oymacılık sanatının en güzel örneği olması itibarı ile ilçede Selçuklulara ait birçok özelliği birden taşıyan en eski camilerden birisidir.
Alaaddin Keykubat Sarayı : İç kalenin en yüksek yerinde kurulmuş olan sarayın sadece kalıntıları mevcuttur. Bu kalıntılardan sarayın çinilerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Hakkında fazla bir bilgiye rastlanamamıştır. Sarayın hemen yanında askerlerin kışla olarak kullandığı sanılan bir yapı belirlenmiştir.
Selçuklu Hamamı : Alaaddin Keykubat tarafından yaptırıldığı sanılan, iç kalenin doğusundaki burçların yanında, kırmızı tuğla ve harçla yapılan tek kubbeli ve sekiz yüzlü bir yapıya sahip olan bir Selçuklu hamamıdır. Şimdi çökmüş olan 5 metre çapındaki kubbesi ile tonozla örtülü küçük bir odası olduğu anlaşılmaktadır. Külhanı iç kale tarafında yer almaktadır. Suyu iç kaledeki büyük sarnıçtan künkler ile getirildiği anlaşılan hamam Selçukluların temizliğe ve sağlığa verdiği önemin bir abidesidir .
Bedesten ve Arasta : Kale Caminin güneybatısında yer alan Arasta'nın han olduğuna dair iddialar vardır. Arastanın hemen yanında bulunan 13 metre genişliğinde 35 metre uzunluğunda bir avluya bakan muntazam olmayan dik dörtgen bir plan üzerine oturtulmuş 26 odası ile bedesten olarak bilinen hanın ise çarşı olabileceği öne sürülmektedir. Her iki eserinde 14–15. yüzyıllarda Karamanoğulları tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Bu bedestenin çarşı olabileceği gibi kalenin malzeme deposu olabileceği de ileri sürülmektedir.
Sarnıçlar : Evliya Çelebi Seyahatnamesinde sarnıçlar şehri olarak adı geçen Alanya'da kale ve çevresinde yaşayan halkın su ihtiyacının karşılanması için kale içinde irili ufaklı 420 sarnıcın yaptırıldığı tespit edilmiştir. Bu sarnıçlar içinde en önemlisi Akşabe Sultan Mescidi ile Bedesten arasında 22,5 metre boy ve 13 metre genişliğindeki Mecduddin Sarnıcıdır. Bu Selçuklu Türklerinin mimari yanında alt yapıya verdikleri önemin en güzel örneklerinden birisidir .
Deniz Feneri : 1720 yılında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kalenin güney ucunda, denize dik inen yamaç üzerindeki surların bulunduğu yerde yaptırılan fener bugün de hala iki binasıyla görevini yerine getirmektedir .
Sitti Zeynep Türbesi : Damlataş mağarası yolundan kaleye gidilen yol üzerinde bulunan bu Türbenin ne zaman yapıldığı ve Sitti Zeynep hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Selçuklu döneminden kaldığı sanılmaktadır. Kanuni döneminden kalma vakıf kayıtlarında adı geçmektedir. Ankara’da Kuyud-u Kadime Arşivinde 172 nolu kayıtlı Kanuni Devrine ait İlyazı defterinde ve İstanbul Başbakanlık Arşivi 166 nolu vakıf İcmal Defterinde Vakf-ı Sitti Zeynep bin’t Zeynülabidin olarak geçmektedir. Bir Eren olduğu sanılan Sitti Zeynep’in Türbesi Alanya ve çevreden gelen kişiler tarafından ziyaret edilmektedir.
Adam Atacağı : Kalenin kuzeydoğusunda 250 metrelik uçurumun üstünde 15 metre derinlikte bir zindanın bulunduğu yerdir. Bölgede anlatılan bir rivayete göre "Bizans devrinde iki suçlunun burada güreştirilip, mağlup olanın hasmı tarafından denize atıldığı, yenen suçlunun ise buradaki zindandan bir süre sonra çıkarılarak son bir şans tanındığı, eline verilen üç taştan birini denize düşürmesi halinde af edildiği, beceremez ise çuvala konup kayalıklara veya mancınık ile denize atıldığı" yerdir. Atılan taşın hava akımı ve yer çekimi nedeniyle denize düşürülmesinin çok zor olduğu bir yerde, günümüzde bu rivayetten kaynaklanan dilek tutarak taş atma geleneği yabancı ve yerli turistler tarafından sürdürülmektedir.
KIZIL KULE
Kentin liman kısmına egemen olan bu sağlam kuleye adını, koyu kırmızı renkli taşlar verir. Klikia'lı korsanlardan kalma eski bir kale kalıntısının yerine 1226 yılında Alaaddin Keykubat döneminde yaptırılmıştır. Kule ; konumu, planı, yapı tekniği ve kitabeleri ile Anadolu yapı sanatının eşsiz bir örneğidir. Üç adet kitabesi bulunan kulenin kapı yazıtında Sinop Kalesini de yapan Halepli Ebu Ali Reha El Kettani' nin eseri olduğu yazmaktadır. Diğer iki kitabede Alaaddin Keykubat'a methiyeler bulunmaktadır. Sekizgen planlı kulenin her duvarı 12,5 m. genişliğinde ve yüksekliği 33 m.dir. İki açık, üç kapalı toplam beş kattan oluşan kuleye çok geniş ve çok yüksek olan 85 basamakla çıkılır. Tersanenin bekçisi olan kule 1951–1953 yılları arasında köklü bir restorasyon yapılarak etnografya müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Üç ayrı kuleyi ve üst kaleyi çevreleyen uzun bir duvarla bağlanır. Kule bir benzerinin bulunmaması ve limandaki heybetli görüntüsü ile Alanya'nın sembolü olmuştur.
SELÇUKLU TERSANESİ
Sultan Alaaddin Keykubat'ın Alaiye'yi almasından sonra Akdeniz'de ticaret yapan esnafı ve sahil kesimini korumak için düşündüğü Akdeniz Filosunu oluşturmak amacıyla 1228 yılında yaptırılmıştır. Kızıl Kulenin güneyinde deniz kıyısında beş gözlü olarak inşa edilen ve günümüze ulaşan yegâne Selçuklu Tersanesidir. 56.5 metre uzunluğu ve 44 metre derinliğinde üzeri tonozlarla örtülü olan tersanenin her gözü 7,7 metre genişliğinde 42,3 metre boyundadır. Duvarları kesme taştan, kemer ve kubbeleri tuğladan yapılan tersanenin tavanlarında ışık almasını sağlayan pencereler mevcuttur. Sol tarafında bir mescit, sağ tarafında muhafız odası olan tersanenin 3. gözünün arkasında da bir su kaynağı vardır. Sekiz asırdır hala sağlamlığını koruyan tersane Kızılkule'nin yanında Alanya'nın simgesi olarak yer almaktadır .
SELÇUKLU MEDRESESİ
Selçukluların yazlık başkent olarak kullandıkları Alanya'da Sultan Alaaddin Keykubat tarafından 1232 yılında Obaköy Beldesinde bir tepe üzerinde yaptırılan Selçuklu Medresesinin batı cephesindeki girişi Selçuklu motifleri ile süslüdür. Bir avlu, her iki yan tarafa dizilmiş altı oda ve bir eyvandan oluşan medresenin iç kapısındaki oymalar Selçuklu el sanatının ve Selçuklu eğitim kurumlarının bir örneğidir .
ALARA KALESİ
Yalçın bir tepenin çevresinde dolanan Alara Kalesi Alarahan'a gelen yolcuların ve İç Anadolu'ya giden yolun güvenliğini sağlamak için Alarahan ile aynı tarihlerde yapılmıştır. Hana sekizyüz metre mesafede; Selçukluların o inanılmaz azim ve savunma sisteminin disiplini ile yaptığı kaleler arasında inşaatı en zor olanlardan biridir. Kalenin yüksekliği 200 ila 500 metre arasında değişmektedir. Dış ve iç kale olarak iki bölümdür. Kaleye yüksek basamaklarla çıkılan sol duvar üzerindeki bir giriş tüneli ile girilir. Kayalar oyularak tünelden yollar yapılmıştır. Günümüzde birçok yeri harap olan yollar, Kale içindeki saray kalıntısı, hizmetkârların barındıkları evlerin kalıntıları, bir cami ve bir hamamın kalıntıları bulunur. Yine de uzun yıllara rağmen değişik ince yapı şekli ile kervansaray ve kale güzelliğini koruyan Selçuklu eserlerindendir.
HASBAHÇE KÖŞKÜ
Alaaddin Keykubat'ın Alaiye'yi almasından sonra kışları geçirmek için torosların eteğinde inşa edilmiştir. Yakınında 1000 yıllık bir tarihi çınar ile Sultan Kılıçarslan tarafından yaptırılmış iki ağızlı bir çeşme vardır. Günümüzde mesire yeri olarak kullanılmaktadır .
HAN VE KERVANSARAYLAR
Alarahan : Alanya - Manavgat sınırını teşkil eden Alara çayından adını alan Alarahan denizden 9 km. içerdedir. Alanya'nın 35 Km. kuzeybatı istikametine düşen han tamamen kesme taşlardan 2000 metrekarelik bir alan üzerinde yapılmıştır. Türk yapı sanatının güzel bir örneği olan hanın en büyük özelliği diğer hanlarda avlular hep ortada yer aldığı halde bu handa dış duvarın kenarındadır. Kapıdan içeri girince nöbetçi kulübesi, hamam ile uzun bir koridorun sağ ve sol yanında yaralan konaklama odaları görülmektedir. Hanın kuzeye bakan giriş kapısından içeri girerken portalı üzerindeki Alaattin Keykubat'a ait kitabeden 1231 yılında yapıldığı öğrenilmektedir. Sultan Alaattin Keykubat’ın diğer kitabelerde kendini "Kara ve iki denizin sultanı, müminlerin emiri, Arap ve Acem ülkesinin sahibi" olarak gösterirken bu kervansarayın kitabesinde dikkati çeken nokta kendini "Rum, Şam, Ermeni ve Frenk memleketlerinin de Fatihi" olarak göstermesidir. Alara çayının getirdiği çamur ve mil tabakasının özellikle sularının fazlalaştığı dönemlerde temellerin zayıflamasına neden olabileceği izlenmektedir. Özelliğinden hiç bir şey kaybetmeyen handa; portal kemerin özengi taşındaki ezilme ve kale girişinde bulunan güneş saati dikkati çekmektedir.
Şarapsa (Serapsu) Hanı : Antalya karayolunun 15. kilometresinde Serapsu deresi kıyısında yolun hemen üst tarafında yaklaşık 15 metre en ve 70 metre boyundaki alan üzerine kurulan bir Selçuklu eseridir. Kuzey yönündeki görkemli kapısının üzerinde dört satırlık bir kitabesi vardır. Sultan Alaaddin Keykubat'ın oğlu Gıyaseddin Keyhusrev zamanında (1236–1246) yaptırıldığı yazmaktadır. İri taşlarla beşik örtüsü şeklinde yapılan bu hanın ön yüzeyi kesme taştan diğer yüzeyleri moloz taş duvardan oluşturulmuştur . İnşaat tarzı ile diğer hanlardan ayrılmıştır. Cephe duvarları birçok ek duvarla takviye edilen hanın üzerinde kale burçlarında bulunan türden dışardan girilmesi mümkün olmayacak şekilde mazgallar bulunan hanın gerektiğinde kale gibi kullanılmak üzere yapıldığını göstermektedir. İçi boydan boya bir dehliz şeklinde bulunan hanın doğu yönünde bir de mescit bulunmaktadır. Gece konaklayanlar için hayvanlar ile insanlar arasında küçük bir yükselti vardır.
Kargı Han : Alanya'nın batı kesimindeki Kargı çayının kuzeyinde olan hanın kitabesi olmadığı için yapım yılı ve şekli hakkında fazla bir bilgi mevcut değildir. 46 metre eninde ve 50 metre boyundaki hanın Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılan Antalya-Beyşehir-Konya yolunun kesik bel mevkiinin dip kısmında yer alan bir kervansaraydır. Orta avlunun etrafına sıralanmış, hepsinin tavanında hava bacaları bulunan odalardan oluşmaktadır. Kapının karşısında taştan oyulmuş sabit hayvan yemlikleri vardır. Han ana yoldan uzak olduğu için çok harap ve bakımsız bir durumdadır .
ÖREN YERLERİ
Maddi imkânsızlıklar ve eleman yetersizliği nedeniyle Alanya ve çevresinde haklarında henüz hiç bir bilgi bulunmayan, arkeolojik araştırmaları ve kazıları tamamlanmamış, bu nedenle turizme kazandırılamamış sayısız tarihi ören yerleri bulunmaktadır. Bunlar Syedra, Leartes, Iotape, Hamaxia, Cibra, Justiniapolis (Karaburun), Augea (Konaklı), Naula (Mahmutlar), Ptolemaios (Fığla), Pisarissos (Esentepe), Marassos (Büyükpınar), Gülefşan gibi tarihi ve kültürel kalıntılardır. Bunlardan Justiniapolis, Augea, Naula, Ptolemaios, Pisarissos ve Marassos hakkında detaylı bir bilgi yoktur.
Syedra Antik Kenti : Alanya'ya 18 km. uzaklıkta Mersin yolu üzerinde İshaklı Köyü sınırları içindedir. Syedra MÖ.3.yy.da tarih sahnesine çıkmış bir kenttir. Helenistik çağa ait oldukça harap olan kalıntılar arasında hamam, revaklı yol, fresko izleri taşıyan mezarlar ve bir sarayın kalıntıları bulunur. İlk kez 1891 yılında Heberdey ve Wilhelm tarafından ziyaret edilmiştir. Syedra bölgedeki anti korsan mücadelelerine katılmıştır. G.Bean ve T.Mitford'un bulduğu bir yazıtta Syedra’lıların bölgedeki korsanlardan rahatsız olduklarını bu nedenle tanrıların yardımlarına ve öğütlerine muhtaç olduklarını belirtmekte, Syedra’lıların ileriye yönelik kehanetle ilgili isteklerini yansıtmaktadır .
Kente girişi sağlayan anıtsal görünümdeki kapının lentosu halen sağlam olarak görülmektedir. Ön ve arkasında geçit şeklinde mekânlar vardır. Ana kapının solunda doğu-batı yönünde büyük bir kilise vardır. Kilisenin kuzeyi doğal kayadan yararlanılarak yapılmıştır. Doğu yönündeki duvarın pencereleri doldurularak arkası daha sonraki dönemlerde çeşme şeklinde bir yapıya dönüştürülmüştür. Kente girişi sağlayan giriş kapısının sağında doğal yapıya uygun olarak teraslama şeklinde alt alta üçlü bir sulama sistemi mevcuttur. Sulama sistemini oluşturan havuzlar halen köylülerce günümüzde de kullanılmaktadır. Su yakınındaki bir mağaranın içinden çıkan kaynaktan sağlanmaktadır. Bu mağaranın girişi taşlarla tonoz şeklinde örtülmüş ve içinde uzun dehlizler bulunmaktadır. Kentin doğusunda iki katlı çok görkemli bir yapı kalıntısı vardır. Yer yer zemininde mozaik kalıntıları bulunan bu bina şehrin hamamıdır. Su ihtiyacı yakınındaki sarnıçtan temin edilmektedir. Bu yapının hemen karşısında kuzey güney doğrultusunda uzanan sütunlu cadde mevcuttur. Caddenin batı yanı teraslanmadan duvarla örülmüş ve duvarlara heykel koymak için nişler yapılmış ve taş kaideler konulmuştur. Caddenin diğer yönündeki sütunlar korint başlıklı siyahımsı granitten yapılmıştır. Kentte bulunan bir onur yazıtından burada bir Halk Meclisi ve Senato'nun olduğu (HBOYLHKAIODHMOS) anlaşılmaktadır. Syedra’daki yapıların çoğunun tabanının mozaiklerle süslü olduğu görülmektedir. Alanya müzesinde Syedra'dan getirilen bir mozaik, kentte mozaik sanatının ayrı bir yeri olduğunu göstermektedir. Mozaikte mitolojideki üç güzelleri temsil eden üç kız resmi ve Parisi simgelediği sanılan bir erkek resmi bulunmaktadır .
Leartes Antik Kenti : Dağlık Klikia'nın bir diğer önemli kenti de Toroslarda dim vadisi ağzında yükselen Cebel-i Reis dağının 850. metresinde kurulmuş olan Leartes antik kentidir. Alanya'ya 25 km. mesafededir. MS. 1. ve 3.yüzyıllar arasında en parlak devrini yaşamıştır. Kentin adının Leartes olduğu Vespasian'a ait bir heykel kaidesindeki yazıttan anlaşılmaktadır. Kente gelirken ilk dikkati çeken yapılar, kiriş yataklarından iki katlı oldukları anlaşılan gözetleme kuleleridir. Kentin batı kesimindeki düzlükte yer alan sportif yarışmaların yapıldığı Agora'nın batısı dükkân sıraları, güneyi hamam, kuzeyi Exedra ile sınırlıdır. Batıda 13 adet dükkân kalıntıları görülmektedir. Agoranın hemen kuzey bitişiğinde yarım yuvarlak formlu, oturma sıralarında kartal pençeleri ile süslemeleri bulunan Exedra kentin göze çarpan önemli yapılarındandır. Yanında bulunan Caracalla'nın heykelinden ona ait olduğu ve Exedra'nın MS. 211 – 217 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu sıraların en kuzeyinde Cesar tapınağı olarak bilinen ve Clausius döneminde inşa edilmiş bir tapınak mevcuttur. Leartes'in liman kalıntılarının MÖ.7 yy.dan kaldığı sanılmaktadır. Mahmutlar kasabasının tam ortasında kalan buradaki yapıların epeyce harap olmasından dolayı bütün özellikleri kaybolmuştur .
Iotape (Aytap) Antik Kenti : Gazipaşa yolunun 26. kilometresinde MS. 38–72 yıllarından kalan yolun hem sağında hem de solunda yerleşmiş bu antik liman kentinin kara kısmında kalan kalıntılar oldukça harap durumdadır. Daha sonraki Roma ve Bizans dönemlerinden kalma deniz kıyısındaki yerleşim alanında ise yakın bir zamana kadar oturulmuş evler, akropol, agora ve liman vardır. Koyun öteki yakasında ise kaplıca ve hamamlar, hala duvarlarında bazı fresk izleri taşıyan küçük bir kilise ve surlar bulunmaktadır. Kral Antichus'un karısı Iotape'nin anısına şehre adını verdiği bilinmektedir .
Hamaxia ( Sinek Kalesi ) Antik Kenti : Alanya'ya 7 Km. mesafede Elikesik Köyü sınırlarında kalan Hamaxia'da oldukça iyi korunmuş surlar, çeşitli ev kalıntıları, geç dönemde kiliseye çevrildiği sanılan büyük yapı, kule, çeşme, 11 yazıtlı bir exedra, surlar arasında bir nekropol bulunur. MS.1. yy.a ait izleri gösterir. Kalıntılarda Roma ve Bizans dönemlerine ait özelliklere de rastlanır .
Pisarissos (Esentepe) : Alanya’nın Karaboynuzlar Köyü sınırları içerisinde Hisar Tepe denilen mevkii de yer almaktadır. Kentte bulunan bir yazıt nedeni ile Pisarissos olarak adlandırılmıştır. Küçük bir yerleşim niteliğindeki antik kent surlarla çevrilidir. Yapıların fonksiyonları tam olarak belirlenememektedir. Ancak zirvede yer alan anıtsal nitelikteki bir yapı kalıntısı ve zeytin işleme yeri dikkati çekmektedir.
Marassos (Büyükpınar) : Alanya’da Demirtaş Beldesi Büyükpınar Köyü yakınlarında Asar Tepe mevkiinde yer almaktadır. Alanya’nın kuzey-doğusunda 26 km. mesafededir. Antik kent deniz seviyesinden 670 metre yükseklikte bir tepenin üzerindeki iki yükselti ve yamacında yer almaktadır. Kalıntılardan kentin helenistik izler taşıdığı görülmektedir. Antik kent Bean ve Mittfort tarafından 1964–1968 yıllarında gezilmiş ve kentte buldukları iki yazıttaki Marasseon kelimesi nedeni ile Marassos olarak adlandırılmıştır.
Justinianopolis (Karaburun) : Alanya’ya 40 km. uzaklıkta ve Alanya-Antalya karayolu ile deniz arasında yer almaktadır. Burası bugün Karaburun olarak anılmaktadır. Roma dönemi eseri olan antik kentin merkezi fazla yüksek olmayan bir tepenin üzerinde kurulmuş olup denize kadar uzanmaktadır. Sur duvarlarını, mezar ve diğer yapılar ile beraber su kemerlerini görmek mümkündür. Hamam yakınlarındaki antik kaynak kentin ilginç unsurlarından birisidir. Şehir bir de limana sahiptir. Kente adı Bizans imparatoru Justinianus’a atfen verilmiştir.
Ptolemaios (Fığla) : Bugünkü Fığla olarak adlandırılan yarımada üzerinde kurulmuştur. Roma dönemi antik kentlerinden birisidir. Fazla engebesi olmayan düz bir alanda konumlanmıştır. Çok tahrip edilmiştir ve yüzeyde pek eser görülememektedir. Aynalı göl olarak bilinen antik liman günümüze ulaşan en önemli kalıntıdır.
Augae (Konaklı) : Antalya-Alanya devlet karayolunun hemen sağ tarafında yol ile deniz arasındadır. Geç Roma döneminde kurulmuştur. Yapılar oldukça harap durumdadır. Kentin akropolünün doğu tarafının bir kısmı yok olmuştur. Luwi ve Helen dilleri ile bağlantısı olan Augae’nin Ana Tanrıça Tapınağı anlamına geldiği sanılmaktadır.
Naula ( Mahmutlar) : Mahmutlar Beldesi Örenardı mevkiinde bulunan ve Alanya-Gazipaşa kara yolunun kuzeyinde bir km. kadar içeride bir tepecik ve eteklerinde kuruludur. Moloz taş ve harç ile yapılmış iki kilise ve yapı kalıntıları vardır. Ayrıca sur izleri de görülmektedir. 19. yüzyılda kenti gezen seyyahlardan W. Heberdey burada 9 adet kilise kalıntısı gördüğünü yazmaktadır. Kent ayrıca Leartes antik kentinin limanı görevini de görmüştür.
Cibra (Kibra) Harabeleri : Alara kalesinin yakınındaki bu ören yerinin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle beraber MÖ 1. veya 2. yüzyılda burada basılmış olduğu sanılan paraların üstünde adının rastlanmasının dışında fazla bir bilgi yoktur.
Gülefşan Kalıntıları : Alanya'nın 5 Km. doğusunda Oba Köyü mevkiindedir. Kale kalıntıları mevcuttur. Tarihiyle ilgili fazla bir şey bilinmemektedir .
MAĞARALAR
DENİZ MAĞARALARI : Alanya yarımadasının güney ve batısında yer alan, haklarında çeşitli rivayetler bulunan, tabii ve jeolojik güzelliklere sahip Korsanlar, Âşıklar ve Fosforlu mağara isimlerindeki üç mağaradan oluşmaktadır.
Korsanlar Mağarası : Alanya limanından yarımadanın güneyine doğru gidilirken karşılaşılan ilk mağaradır. Deniz motoruyla 10 metre genişliğinde ve 6 metre yüksekliğindeki bir girişten içine girilebilen mağara kuzeye doğru genişlemektedir. Eskiden içinde kaleye kadar giden gizli bir yol olduğu söylenen mağarada deniz içindeki kayaların renkli taşları ilginç görüntüler oluşturmaktadır.
Âşıklar Mağarası : 75 metre uzunluğundaki çift girişli bu mağarada zamanında esir kızların ve ganimetlerin saklandıkları söylenmektedir.
Fosforlu Mağara : Damlataş Mağarası tarafındaki üçüncü mağaradır. Küçük bir kayıkla içine girilebilen bu mağara, yapı ve görüntü itibariyle jeolojik değeri olan ilginç bir tabii güzelliktir. Geceleri içi çok aydınlık olan mağaranın fosfor parıltıları gündüzleri de fark edilmektedir.
KARA MAĞARALARI : Alanya'da tabii güzelliklere sahip kara mağaraları da mevcuttur. Bunlardan önemlileri Damlataş, Hasbahçe, Kadı İni (Çatak) ve Gâvur İni (Dim) mağaralarıdır .
Damlataş Mağarası : 1948 yılında iskele inşaatında kullanılmak üzere taş ocağı olarak tespit edilen bugünkü yerinde dinamit ateşlemesi sonucu ortaya çıkan mağarada ilk araştırma Alanya Turizmine unutulmaz hizmetler veren merhum Galip Dere tarafından yapılmıştır. Giriş kısmında 50 metre uzunluğunda geçit bulunan 14 metre çap ve 15 metre yüksekliğinde bir mağaradır. Silindir şeklinde bir boşluğa sahip olan mağara 15000 senede oluşan dikit ve sarkıtlara sahiptir. Birinci zamanda, permiyen devrine ait azı kristalize kalkerdir.
Sarkıtlardan damlayan su damlaları nedeniyle Damlataş adını almıştır. % 95 rutubet, 22 derece değişmeyen ısı, 760 mm. sabit basınç, % 20,5 Oksijen bulunduğu tespit edilen mağaranın astım hastalığına da iyi geldiği tespit edildiğinden şifa ve turizm amaçlı olarak kullanılmaktadır. Sağlık konusundaki özel yeri nedeni ile mağaralar içinde özel bir avantaja sahiptir.
Hasbahçe Mağarası : Hasbahçe mahallesi inişdibi mevkiinde Alanya'ya 4 km. mesafede bulunmaktadır. Damlataş mağarasından 4–5 kat daha büyük olan mağaranın oluşumu hakkında bilimsel anlamda bir çalışma yapılmamıştır.
Gâvur İni (Dim) Mağarası olarak tanınan mağara ilçe merkezinin 12 Km. doğusunda bulunan Cebel-i Reis Dağının Alanya yamacındadır. Mağaranın batıya bakan büyük bir ağzı vardır. İçinde dikit ve sarkıtların yanında dip kısmında bir gölü mevcuttur. Yapısı hakkında bir çalışma yapılmamıştır.
Kadı İni Mağarası : İlçe merkezine 15 Km. kuzeydoğu istikametinde Çatak mevkiinde bulunan Çatak veya Kadıini Mağarası, Damlataş mağarasından 3 kat büyüklükte dikit ve sarkıtlardan oluşan bir mağaradır. Yapısı hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
ALANYA ARKEOLOJİ MÜZESİ
İçinde 14 kapalı, bir açık teşhir salonu olan müze 1967 yılında hizmete açılmıştır. Tunç Çağı, Urartu, Frigya ve Lidya eserleri ile Helenistik çağa ait çanak, çömlek ve zengin Roma dönemi eserleri, Helenistik, Roma, Bizans ve çeşitli İslami devirlere ait zengin para koleksiyonu sergilenmektedir. Müzedeki parçalardan bazıları Ankara ve İstanbul’daki müzelere götürülmüş ve burada bulunan tarihi eserlerdir. Alanya Müzesinin en önemli parçalarından biri 2.YY. dan kalma Küçük Bronz bir Herakles heykelciğidir ve neredeyse müzenin sembolü haline gelmiştir.
ATATÜRK EVİ VE MÜZESİ
İkinci meşrutiyet döneminde yapıldığı tahmin edilen binanın yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 18 Şubat 1935 tarihinde Atatürk'ün Alanya'yı ziyareti sırasında kaldığı bu ev, mülkün sahibi Rıfat Azakoğlu tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığına bağışlanmıştır. Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından 1986 yılında Atatürk Evi ve Müzesi olarak hizmete açılmıştır.
Bugün müze olarak kullanılan Alanya Kalesi, Kızıl Kule, Alanya Müzesi ve Atatürk Evine ait ziyaret istatistikleri incelendiğinde müzeleri ziyaret eden turist sayılarında geçmiş yıllara göre düşüş devam etmektedir. 2003 yılında istatistikler incelendiğinde Müze ziyaret ve gelirlerinin geçmiş yılların ortalamalarının altında kaldığı görülmektedir.
0 yorum: