şansını mı denemek istiyorsun? öyleyse, rastgele bir yazıyı okumaya ne dersin?

BATMAN

BATMAN’IN TARİHÇESİ
Batman'ın tarihi hakkında en eski bilgiler halk hikayeleri, mitler ve Heredot tarihinde verilmektedir. Ortak verilere göre MED kralı Abtyagestin'in torunu Kyros karsıtı Erpagazso M.Ö. 550 yilinda yenilince MED asilzadeleri arasındaki utancından dolayı MED'lerin yasadıgı Media bölgesinin kuzey batı ucundaki topraklarına çekilmek zorunda kalmıs. Başka bir görüşe göre de Kyros pres egemenliği altında kalmamak için bu bölgeye yerleşmiştir. Karaçalı, sazlık ve bataklıktan oluşan bu bölgenin ortasında yapay bir adacık oluşturup, adına han obası anlamında olan "ELEKHAN" denilmiştir. ( M.Ö. 546 ) ELEKHAN 194 yıl bağımsız ve mutlu bir dönem geçirerek 352 yılında Büyük İskender'in istilasına uğramıştır. Daha sonra Lesepkoslar, Partlar, Romalılar, Sasani ve Bizans’ın hakimiyetine girmiştir. Artuklular, Moğollar, Ilhanlılar, Celaliler, Karakoyunlu (Pezrese) Akkoyunlular ve 1500 yılında Savefilerin eline geçmistir.
1515 yılında, 4. Murat'ın Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Pasa'ya ELEKHANI içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiştir. Bu gelişmeden sonra ELEKHAN telaffuz değişikliğine uğrayarak halk dilinde ELAH zamanla "ILUH" ismini almıştır. İluh köy birimi olarak kayıtlara geçmiş ve Siirt vilayeti, Elmedin kazasına bağlı olarak benliğini sürdürmüştür.
Elmedine yerleşim birimi 1926-27 yılı ilkbaharında bugünkü Batman Çayının taşması nedeniyle haritadan silinmiş ve İluh köyü Beşiri (Kobin) ilçesine bağlanmıstır. Batman isminin nereden geldiği hakkinda görüşler olmayıp, bir görüşe göre bugünkü Batman Çayının adı 1950'li yılların basında Iluh köyüne verilmiştir. Yaygın olan görüşe göre de Iluh köyünün aşağı kısmında ilk deneme kulesi kurulduğunda TPAO'nun tesislerinin bulunduğu bölgeye bakmaktan gelen Batman adı verilmiştir.
1937 yılında bucak haline getirilen Iluh, 1940'lı yılların sonları ile 1950'li yılların başlarında bölgede var olan petrol filizlerinin değerlendirilmesi sonucunda Iluh bucağında her alanda büyük gelişme sağlanmıstır. Bu gelişmeler üzerine 2 Eylül 1957 tarihinde ilçe teşkilatı olarak kabul edilmiştir.
1955 genel nüfus sayımında Iluh nüfusunun 4713 olarak kaydedilmesiyle 2 Kasım 1955 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 1990 yılına kadar çok hızlı bir gelişme yaşayan Batman, 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Türkiye'nin 72. ili olma unvanına kavuşmuştur.
BATMAN'IN COĞRAFİ KONUMU
Batman ili 41 derece 10 dakika ve 41 derece 40 dakika doğu boylamları ile 38 derece 40 dakika ve 37 derece 50 dakika kuzey enlemleri arasında yer alır.
RAKIMI: 550 M.
BATMAN'IN KOMŞULARI:
Kuzeyde Muş - batıda Diyarbakır - doğuda Bitlis ve Siirt - güneyde Mardin
YÜZEY ŞEKİLLERİ:
İlimizin kuzey ve kuzeydoğusu yüksek sarp ve dağlık olup güneyi ise dağlık ve engebelidir.
DAĞLARI:
Sason Dağları ( Aydınlık Dağları ) : 2500 m.
Meleto 2967m.
Kuşaklı Dağı 1947m
Avcı Dağı 2121m.
Meydanok Tepesi 2042m.
Kortepe 2082m.
Raman Dağı 1288m.
AKARSULAR VE GÖLLER:
Dicle Nehri, Batman, Sason, Garzan ve Pisiyar çayları ilimizin sınırları içinde geçmekte olan önemli akarsulardır. Sason ve Sorkan çayları Batman Çayına; Kozluk'un kuzeyindeki Aydınlık dağlarından doğan Pisiyar Çayı ve diğer küçük dereler Garzan Çayını oluştururlar. Kulp Çayı Sorkan ve Sason Çayları Batman Çayını oluştururlar. Batman ve Garzan çayları Dicle'ye dökülürler. Ayrıca Gercüş yöresinde Gürbüz ve Aydınlı Dereleri Dicle'ye dökülürler.
Batman Çayı: Batman ile Diyarbakır arasında doğal bir sınır çizer ve 115 Km.lık kısmı Batman il sınırı içinde akar.
Dicle Nehri: Dicle Nehri batıdan doğuya doğru akarak Batman Çayı ile birleştiği yerde Diyarbakır il sınırını bittikten sonra Batman il sınırları içinde akmağa devam eder.
Garzan Çayı: Batman - Siirt illeri arasında doğal sınır çizer. Garzan Çayı, Kozluk ilçesinin kuzeyindeki Aydınlık Dağlarından doğan Pisiyar çayı ve diğer küçük derelerden oluşur. İlimiz sınırları içindeki mesafesi yaklaşık 60 km. olup, Beşiri ilçesi doğusunda Dicle Nehri ile birleşir.
GÖLETLER: İlimiz sınırları içinde Gercüş - Kırkat Göleti ile Kozluk Ceffan Göleti bulunmaktadır.
Gercüş - Kırkat Göleti 1984 yılında DSİ tarafından yapılmış olup sulama amaçlıdır Kozluk Ceffan Göleti elektrik amaçlı yapılmıştır..
İKLİMİ: Karasal İklim। Bölgede

HASAN KEYF
İSMİ
Ortaçağ İslam tarihçileri tarafından ''HISN KEYFA” adıyla bilinen şehrin birçok isminin daha olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. En kuvvetli ihtimal ile tabii kayalardan oluşan müstahkem kalesi ve korunmaya çok e1verişli coğrafi yapısı nedeni ile bu isimi almıştır. İslâm coğrafyacısı Yakut el-Hamevi, buraya Hısn Keybâ da dendiğini ve bunun Ermenice’den geldiğini zannettiğini söyler. Roma tarihçileri buraya Kipas, Cehpa veya Ciphas isimlerini vermişlerdir. Süryanice’de kaya taş manasına gelen “kifa” kelimesine nispetle bu ismin verildiği de söylenmektedir. Müslümanların eline geçmesini anlatan kaynağa göre burası “Hısn Luğûb” adıyla biliniyordu. Osmanlı kayıtlarında ise “Hısnkeyf” olarak geçmektedir.

KURULUŞU
Dicle nehrinin kıyısında yer alan Hasankeyf’in hangi dönemde kurulduğu bilinmiyor. Eldeki bilgiler, veriler şehrin ne zaman kurulduğu konusunu açığa çıkarmak için yeterli değildir . Yukarı Mezopotamya’nın bu antik şehirde ve civarında bulunan binlerce mağara, çağlar öncesinden insanların buraya yerleştiğini gösteriyor. Ayrıca M.Ö. hangi kavimlerin yaşadığı, hangi devletlerin hükmettiği de bilinemiyor .Yazı1ı belgelerin olmayışı, bu amaca yönelik arkeolojik çalışmaların tamamlanmamış olması fikir yürütmemize imkan vermiyor.

COĞRAFİ YAPISI

Dicle nehrinin doğu kıyısında yer almaktadır।Güneyinde, güneydoğu Midyat Dağları, kuzeyinde ise Türkiye’nin petrol ürettiği Raman Dağları yer almaktadır. İlçenin kuzeyinde Beşiri ilçesi ile Batman merkezi, güneyinde Gercüş ilçesi, doğusunda Siirt ili, batısında ise Gercüş ilçesi ile Batman merkezi bulunmaktadır. İlçenin kuzey cephesinde, boydan boya kıvrımları ile sınırlayan Dicle nehri bulunmaktadır. Karasal iklimin hakim olduğu ilçede en yüksek sıcaklık 40-43 derece, en düşük derece de 6-8 derece olmaktadır. Yıllık ortalama yağışlı gün sayısı 90’dır.

Siyasî Tarihi

KURULUŞUNDAN ARTUKLULARA KADAR
Yukarıda milattan önce kimlerin elinde kaldığını bilmediğimizi ifade etmiştik. Milattan sonraki asırlarda Bizans ve Sasanilerin mücadele sahası olmuş, kimi zaman Bizanslıların, kimi zaman da Sasanilerin eline geçmiştir. M.S. 4. asrın ortalarında Bizanslılar buraya yaptırdıkları sağlam kale ile bölgedeki ve Hasankeyf’teki hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. Muhtemelen bir daha burayı Sasanilere kaptırmamışlardır.

Müslümanlar Hasankeyf’i Hz. Ömer döneminde h.l 71 m. 638 yılında fethettiler .Bu tarihten itibaren Hıristiyan ahali burada yaşamakla birlikte hep Müslümanların hakimiyetinde kaldı.Önce Emeviler, sonra Abbasiler tüm bölge ile beraber Hasankeyf’e de hükmettiler. Bu dönemde Hasankeyf'in stratejik bir önemi olmadığı için pek dikkatleri çekmedi. Hamdaniler (m.906-990) ve ******ilerin (m.990-1096) hakimiyetleri döneminde Hasankeyf aynı özelliğini korudu. Bu hanedanlar Hasankeyf’i merkez edinmediklerinden burayı temsilcileri vasıtası ile idare ettiler. Günümüzde civardaki ''******i'' (Akyar) Köyü ve o yönden Hasankeyf e getirilen su yolu dışında ******ilerle ilgili bir ize rastlanmıyor.

ARTUKLULAR DÖNEMİ

Hasankeyf’in parlak dönemi M.11O1 yılında Artukluların buraya sahip olması ve merkez edinmesi ile başladı. Selçuklu sultanı Melikşah'ın komutanı Artuk'un oğlu Sökmen bu tarihte Hasankeyf’e yerleşerek Hasankeyf Artukulularının temelini attı. M.I232 tarihine kadar burada ve Amid (Diyarbakır) deki hakimiyetleri devam etti. Buraya hükmeden Artuklu hükümdarlarından Rükneddin Davut b. Sökmen (1112-1144) ile yerine geçen oğlu Fahreddin Karaaslan ( 1144-1167) döneminde Hasankeyf'in mamur bir şehir haline geldiği günümüze ulaşan eserlerden anlaşılmaktadır.Bu iki hükümdar siyasi olarak çok hareketli oldukları, bölgedeki mücadelelere aktif olarak katıldıkları gibi, şehri imar etmeyi de ihmal etmediler.
Diyarbakır (Amid)’ın 1183 Salahaddin Eyyubi tarafından alınarak Hasankeyf Artuklularına hediye edilmesi ile Artuklular Diyarbakır’a yerleştiler। Artuklular bu tarihten yıkılışa kadar (1232) Hasankeyf’i temsilcileri vasıtası ile buradan idare ettiler. Bu gelişme Hasankeyf’in stratejik önemini gerilettiği gibi mimari gelişmesini de aksatmıştır. Artukluların Hasankeyf’te kurdukları darphanelerde para bastıkları, medreseler yaptıkları, kaleye su çıkardıkları, köprüyü ve Büyük Sarayı inşa ettikleri kaynaklardan anlaşılıyor.

EYYUBİLER DÖNEMİ

Eyyubiler, 1232 yılında Hasankeyf’i. aldıklarında burayı mamur bir şehir olarak buldu1ar. Ancak i1k etapta gerek siyasi gerek mimari açıdan atak olmadılar. 12601ı yı1larda Moğo1ların bölgeyi harap etmesi Hasankeyf’i de etkiledi. İlk etapta Hülagu'nun katına çıkan Eyyubi sultanı Takyeddin Abdullah (1249-1294) Hasankeyf’i harap olmaktan kurtardı. Hükümdarın Eyyubi nes1inden geldiğini öğrenen . Hülagu ona iltifat etmiş ve tüm ülkesini ona bağışlamıştır. .
1301 yılında Hülagu'nun yerine geçen oğlu Gazan komutasındaki moğo11ar bölge ile beraber bu sefer Hasankeyf’i de harap etti. Hasankeyf Moğol afetinden fazlası ile nasibini aldı. Moğol şokunu üzerinden atan Eyyubiler Hasankeyf’i yeniden imar etmeğe başladılar. Bu gün Hasankeyf’te mevcut birçok eserde imzası bulunan El Melik El Adil Sultan Süleyman (1378-1432) zamanında bu imar faaliyetleri zirveye ulaştı. Hasankeyf, Artuklu dönemindeki haşmetine yeniden kavuştu.
Bu sultandan sonra Hasankeyf’te duraklama dönemi başladı. Hükümdarların iç çatışmaları, bölgedeki güçlü devletlerin nüfuzu altında olmaları, hem onları hem Hasankeyf’i zor durumda bıraktı. Akkoyunluların (1461-1482) Hasankeyf’e tamamen hakim olması Eyyubilerin gücünü iyice kırdı. 1482 de burayı tekrar ele geçiren Eyyubiler bu sefer Safeviler'in baskısı ile karşı karşıya kaldı.
Osmanlılar 1515 yılında bölgeyi İdris-i Bitlisi'nin gayretleri ile ele geçirince, burası da Safavilerden temizlenerek Osmanlı hakimiyetine geçti. Ancak mahal1i idare yine Eyyubilere bırakıldı. Eyyubilerin bu zorluklarla beraber saltanat kavgası içine girmesi sonlarını hazırladı. 1524 de son Eyyubihükümdarı Melik Halil’in saltanattan feragat etmesi ile Eyyubiler tarihe karıştı.


OSMANLILAR DÖNEMİ
Hasankeyf’in içinde bulunduğu bölge Osmanlıların eline, Diyarbakır eyalet merkezi kabul edilmiştir. Hasankeyf bu idari düzenlemeye göre liva (sancak, kaza) merkezi olmuştur. Osmanlı kayıtlarına göre 16. asırda şehir gelişmiş, 10 000’e yakın bir nüfusu barındırmıştır. Bu sıralarda Hıristiyan nüfusu oranı yüzde atmışı bulmaktadır. Osmanlı dönemi Hasankeyf’in idari sınırları bir hayli geniş olduğu anlaşılıyor. Bu günkü Batman’ın tümü ile Siirt ilinin (merkez dahil) önemli bir kısmı ve Mardin’in Midyat, Dargeçit, Ömerli ilçeleri Hasankeyf’e bağlı olmuştur.
Ancak buranın idari ve stratejik önemi zamanla azalmıştır। 19. yüzyılın ortalarına geldiğimizde Hasankeyf, Midyat ilçesine bağlı bir nahiye konumuna gerilemiştir. Cumhuriyete kadar bu durum devam etmiştir.

CUMHURİYET DÖNEMİ
Hasankeyf, cumhuriyet ile beraber Mardin’in Midyat ilçesine bağlı bir nahiye idi. 1926 yılında Gercüş’ün ilçe yapılması ile buraya bağlanmıştır. İ990 yılına kadar idari statüsü böyle devam etmiş, 1990 yılında Batman’ın il olması ile Hasankeyf de ilçe yapılarak buraya bağlanmıştır.
Hasankeyf, insanlık tarihinin çok önemli yerleşim yerlerinden biri olmasına rağmen son 20-30 yıla kadar pek dikkatleri çekmedi. Paha biçilmez kültürel değerine rağmen hep ihmal edildi. 1970’li yıllardan itibaren ILISU Barajı projesi ile birlikte gündeme geldi. Hasankeyf’in sular altında kalmaması gerektiği, gerek ulusal bazda,gerekse uluslar arası düzeyde dile getirildi. Hasankeyf’in kurtarılması yönündeki çabalar 2003 yılında sonuç verdi. T. C. Başbakanı Hasankeyf’i kurtaracaklarını kamuoyuna duyurdu. Bu tartışmalar nedeniyle Hasankeyf, kimi ülke gündemini işgal etti.
Öte yandan Hasankeyf’teki kültür varlıkları, içinde bulundukları şehir ile birlikte 1981 yılında Kültür ilgili birimlerince koruma altına alınarak SİT alanı ilan edildi. 1986 yılından itibaren de arkeolojik kazılara başlandı. Bu kazılar halen devam etmektedir.
Hem Sit alanı olması, hem de baraj suları altında kalacak düşüncesi, ilçenin gelişimini engelledi. Son yıllarda Türkiye’de yapılan araştırmada bütün tarihi zenginliğine rağmen ülkenin en geri, fakir üç ilçesinden biri oldu. 2003 yılı ve sonrasında Hasankeyf’in artık sular altında kalmayacak olması, hem ilçenin gelişmesine, hem de bölge ekonomisine olumlu katkıda bulunması bekleniyor.
İlçe, ekonomik olarak gerilediği gibi, nüfus olarak da gerilemiştir। Bölgedeki son 15-20 yıldaki olağanüstü durumlar da eklenince bu gerileme dramatik bir duruma gelmiştir. 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre ilçenin toplam nüfusu 7500’ün altında kalmıştır. İlçenin cumhuriyet dönemi nüfusu aşağıda tabloda gösterilmiştir.

TARİHİ ESERLER


A) ARTUKLU ESERLERİ
a)KÖPRÜ
Köprünün üzerinde herhangi bir kitabe olmadığından kesin yapılış tarihi bilinemiyor . Sadece Ortaçağ tarihçilerinden İbn Havkal köprünün 1116 yılında Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığını söylüyor; ancak bu tarih, Karaaslan'ın babası Davut'un saltanat yıllarına denk geliyor. Bu tarihi çelişkiyi bir yana bırakan araştırmacılar, köprünün üzerindeki taşçı işaretleri ve figürlerden hareket ederek, eserin Artuklular'a ait olabileceğini söylüyorlar. Hasankeyf'in Müslümanların eline geçmesini anlatan kaynakta burada açılıp kapanan bir köprüden bahsedilmektedir. Bu yüzden köprünün antik dönemlere ait olabileceği, veya antik temeller üzerine Artuklular tarafından yapılmış olabileceği ihtimali akla geliyor. Hasankeyf köprüsünün, Batman (Malabadi) köprüsüyle benzer olması, Artuklular tarafından yapıldığı ihtimalini güçlendiriyor .

Kemer açıklığı itibarıyla Ortaçağ'da yapılan köprülerinin en büyüğüdür. Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metredir.
Ayaklar, akıntı tarafında üçgen, diğer tarafta da dairevi şekilde yapılmıştır. Ayakların dış cephesi kesme taştan yapılmış, bu kesme taşlar tek tek birbirine madenî kramplarla kenetlenmiştir. Muhtemelen köprünün kemerleri de kesme taşlardandı. Şu anda yıkılmamış olan doğudaki kemer, hayret verici büyüklükteki kesme taşlardan örülmüştür. Batıdaki yıkılmayan kemer ise; kırılma noktasına kadar kesme taştan, ondan sonrası da yassı geniş tuğladan örülmüştür. Araştırmalara göre köprünün en büyük kemerinin orta kısmı ahşaptandı.
http://batman.gov.tr/www/hasankeyf/1-kopru.ज्प्ग
Düşman şehre saldırdığı zaman bu ahşap kısım yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirdi. Bu özellik şehrin savunması açısından bir avantaj ise de köprünün dayanaklığı açısından dezavantaj olmuştur. Köprünün bir diğer ilginç özelliği de orta ayakları üzerindeki figürlerdir. Tahrip oldukları için bu figürlerin ne anlam ifade ettikleri tam bilinemiyor .
Eyyubiler döneminde 1349 tarihinde köprü Melik Adil tarafından tamir edilmiştir. Ayrıca 15. asrın sonlarında Akkoyunlular zamanında da tamir gördüğü tarihî kayıtlarda anlaşılmaktadır. Ne zaman yıkıldı ise bilinmiyor



b) BÜYÜK SARAY



http://batman.gov.tr/www/hasankeyf/2-buyuk.saray.JPG

Kalenin kuzeyinde Ulu Camii'nin altında yer almaktadır. Büyük ölçüde yıkılmış ve göçükler altında kalmıştır. Kuzeye, nehre bakan cephesi yuvarlak payandalarla desteklenmiştir. Sarayın girişi bu cephenin ortasında yer alıyordu. Kuvvetli ihtimalle alt katı dükkan ve depolardan, üst katı ise meskenlerden oluşuyordu.
Yapının en önemli özelliği binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında dikdörtgen bir kulenin yükseliyor olmasıdır। Burası kesme taşlardan örülmüş, köprü ayaklarında olduğu gibi taşlar madeni kramplarla kenetlenmiştir. Bu özelliğinden dolayı dibindeki kasıtlı tahribata rağmen kule yıkılmamıştır. Burası ya bir gözetleme kulesi; ya da yıldırımlık görevi yapıyordu. Sarayın üzerinde hiç kitabe olmamakla beraber, yapıdaki taşçı işaretleri köprüdeki işaretlerle benzerlik arz ettiğinden Artuklular tarafından yapıldığı söylenebilir.

B) EYYUBİ ESERLERİ

a) KALEDEKİ ULU CAMİ

Eser 1325 yılında Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafından yapıldı. Tarihi kayıtlardan buranın bir kilise kalıntısı üzerinde inşa edildiği anlaşılıyor. Giriş kapısının üzerindeki kitabeden, birbirine eklenerek yapılan mekanlardan eserin birçok değişikliğe uğradığı anlaşılıyor. Halen Hasankeyf Kazıevi’nde koruma altında olan minberin yan ahşap parçalarının üzerinde ''798 (1396) senesinde yaptı'' ibaresi yer almaktadır. 500 yıl önce yapılan bu ahşap süslemelere ve güzel kitabeye hayran olmamak mümkün değildir .
Minaresi ise cami gibi kısmen harap durumdadır. Moloz taşlar ile yapılan minarenin kuzey cephesinde alçı süsleme ve alçıdan yazılmış kitabe mevcuttur. Bu kitabeden minarenin 927/1520 tarihinde yapıldığı anlaşılıyor .
http://batman.gov.tr/www/hasankeyf/3-kaledeki.ulu.camii.ज्प्ग

b) EL-RIZK CAMİİ
Dicle Nehrinin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide yer almaktadır. Portal girişindeki kitabeden eserin Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından 811/409 tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kitabenin orta kısanında bitkisel süslemelerin içine Allah'ın doksan dokuz ismi yazılmıştır .
Bu gün caminin asli yapımdan, sağlam olarak sadece minare kalrnıştır. Minarenin üzerindeki süsler, Arapça Kufi yazılar hayranlık verecek kadar güzeldir. Minarenin en önemli özelliği de çift merdivenli olmasıdır.
Bugün avlunun güneyinde kalan duvar kalıntısı ise; caminin asıl ibadet mekanının giriş kapısını, sağda ve solda iki tane daha kapıyı içine almaktadır. Bu kapıların üstü çok güzel ayet yazıları ile süslenmiş; ancak bu yazılar büyük ölçüde harap olmuştur .Özellikle ortadaki kapının süslemeleri bitkisel motiflerle oyulmuş, taşları dikkate değerdir; ancak süslü taşların çoğu düştüğünden eserin bütünündeki güzellik kaybolmuştur .


c) SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ
Cami minaresi kaidesinin doğu cephesinde yer alan kitabeye göre eserin 809/1407 yılında Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yapılmış. Minare; bitişiğindeki avlu giriş kapısı, kapının güneyindeki çeşme özenle kesme taşlardan yapılmış ve süslenmiştir. Çeşme üzerindeki kitabeye göre burası yine Sultan Süleyman tarafından 818/1416 tarihinde yaptırılmıştır .
Yapının en dikkate değer bölümü minaresidir. Dikdörtgen olan minare kaidesinin her cephesinde birer Arapça kufi yazı yer almaktadır. Kaidenin üzerinde yükselen silindirik gövde şerefeye kadar dört kuşaktan oluşur. Her kuşak farklı şekilde süslenmiştir. Şerefeden yukarısı ise yıkılmıştır. Ne zaman ve nasıl yıkıldığı pek bilinmiyor. Şu anda minare gövdesinde yıkılma tehlikesi arz eden çatlaklar oluşmuştur .
Sultan Süleyman'ın mezarı, ibadet mekanına girerken eyvanın doğusunda yer alan odacıkta bulunmaktadır. Eser büsbütün harap ve sahipsiz olduğu için, bugün mezar olduğu nerede ise belli değildir. Caminin kubbesi ve kubbenin taçlandırdığı ibadet mekanının etrafı alçılarla dikkat çekici şekilde süslenmiştir .

ç) KOÇ CAMİİ
Sultan Süleyman Camii güneyinde yer alır. Genel özelliklerinden ve alçı süslemelerinden Eyyubilere ait olduğu tahmin ediliyor. Yer yer sökülmesine rağmen; Hasankeyf’te en canlı alçı süslemelere sahip eserdir. Etrafındaki yapılardan bir külliye içinde yer aldığı anlaşılıyor. Kitabesi olmadığından kesin olarak hangi tarihte ve kimin tarafından yapıldığı bilinmiyor .


d) KIZLAR CAMİİ
Koç Camii’nin hemen doğusunda yer alır. Kitabesi olmadığından yapılış tarihi ve kimin tarafından yapıldığı bilinmiyor. Bu gün cami olarak kullanılan eserin aslında bir anıt mezar olduğu araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir. Cami girişinin sağındaki köşede bulunan anıt mezarın kubbesi ve mezar kalıntıları halen mevcut diğer üç köşedeki mezar odaları ise tadile uğramıştır.
Yapının kuzey cephesi duvarı kısmen korunmuştur. Gerek cami girişi; gerekse pencere etrafındaki motifler, süslemeler aslî yapının ne kadar güzel olduğu konusunda insana fikir veriyor. Bu kuzey cephenin köşelerinde bulunan türbelerin duvarlarında bitkisel süslerle beslenmiş kufi yazı ile zarif bir şekilde besmele yazılmıştır. Yapının genel özelliklerinden Eyyubilere ait olduğu tahmin ediliyor .
e) İMAM ABDULLAH ZAVİYESİ
Betonarme köprünün batı yakasındaki tepecikte yer almaktadır ।Bazı rivayetlerden; buranın Hz. Peygamberin amcası Cafer-i Tayyar'ın torunlarından İmam Abdullah'a ait olduğu anlaşılıyor. Sultanı Takyeddin Abdullah (1249-1294) zamanında bir hizmetçi, rüyasında İmam Abdullah’ın bu civarda şehit düştüğünü görüyor. Sultanın izin vermesi ile yapılan araştırmada merhumun naaşı tespit edilerek defnediliyor. Eserin ayakta kalan tek bölümü kubbeli mezar kısmıdır. Kubbenin etrafındaki külliye bölümleri tamamen harabe olmuş, kubbenin bitişiğindeki kule biçimindeki minare de kısmen harap olmuştur. Kubbenin girişinde yer alan kitabede yapının 878/14 78 tarihinde Akkoyunlular tarafından tamir edildiği ifade ediliyor.Halen Diyarbakır müzesinde koruma altında bulunan göz kamaştıran oyma ahşap kapı, orijinal hali ile günümüze ulaşan birkaç ahşap parçadan biridir.

f) KALE KAPISI
Doğudan kaleye çıkan merdivenli yolun başlarında yer alır. Üzerindeki kitabeden 820/1416 Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. 580 yıldır ayakta kalabilen kapıda, dayandığı kayaların çökmesi nedeni ile tehlikeli çatlaklar oluşmuştur. Yıkılmaması için acilen tedbir alınması gerekir. Kapının ön cephesi kesme taşlardandır. Buna karşılık arka cephesi eklentilerle beraber molozlardan yapılmıştır. .Muhtemelen arka cephede muhafızlar için yerler vardı. İkinci kapı olarak bilinen bu kapının hemen altında 8-10 yıl öncesine kadar bir kapı daha vardı. Bu kapının iki kenarında iki aslan kabartması oyulmuş süslü taşlar mevcuttu. Yıkılan bu kapının bazı taşları Hasankeyf Kazıevi’nde koruma altındadır.


Doğudan kaleye çıkılan yolun üst taraflarında da üçüncü bir kapı daha yer almaktadır. Kapı üstten harap olmuştur. Gerek ön cephesinde gerekse yan cephesinde dikdörtgen levhalar içinde yazılar yer almaktadır. Alınlığın üstünde bir kitabe olduğu anlaşılıyorsa da; tahrip olmuştur. Bazı özelliklerinden dolayı Eyyubilere ait olduğu tahmin ediliyor.

g) KÜÇÜK SARAY
Kalenin Kuzey-Doğu ucunda bulunmaktadır. Kayalar aşağıdan itibaren saraya uygun bir şekilde yontulduğu için dev bir kule görünümünü arz etmektedir. Tarihi kaynaklardan 1328 yılında Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafından yapıldığı anlaşılıyor.
Hasankeyf’teki birçok kubbe ve tonoz yapılarda olduğu gibi, bu sarayın tonozu da; bol harcın içine gömülmüş çanak-çömleklerden yapılmıştır.
Kuzeye bakan cephedeki pencerenin üstünde iki aslan kabartması, bu kabartmaların ortasında da kufî levhalar yer almaktadır। Tarihi kayıtlardan sarayın duvarlarının göz alıcı bir şekilde süslendiği, altın harflerle yazılar yazıldığı anlaşılıyor. Ancak; bu yazılar tamamen silinmiş veya sökülmüştür . Gerek Artuklular; gerekse Eyyubiler döneminde Hasankeyf’in tarihî önemi göz önüne alındığında yapıların yukarıda saydıklarımızdan daha fazla olduğu söylenebilir.

C) AKKOYUNLU ESERİ ZEYNEL BEY TÜRBESİ

Daha önce ifade edildiği gibi, Akkoyunlular 1462-1482 yıllarında Hasankeyf’e tam hakim olmuşlardır. Bu dönem içinde Hasankeyf'te bıraktıkları tek eser Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel Bey Türbesi'dir. Dicle’nin kuzey yakasında yer alan bu eserin giriş kapısı üzerindeki kitabede, buranın Zeynel Bey'e ait olduğu ifade ediliyor.


http://batman.gov.tr/www/hasankeyf/11-zeynelbey.JPG
Eser dıştan silindirik, içten ise sekizgen bir özellik arz eder .Türbenin silindirik gövdesi üzerinde turkuvaz ve lacivert, sırlı tuğla ile dört kuşak oluşturulmuştur. Birinci kuşakta '' ALLAH'' , ikinci ve üçüncü kuşaklarda baş kısmında “AHMET'' devamında ise ''MUHAMMED'' dipteki son kuşakta ise “ALİ'' isimleri hayranlık verici bir şekilde yazılmıştır.
Hem kapı hem de güneydeki pencere aynı renkteki sırlı tuğlalar kullanılarak süslenmiştir. Yapının birçok yerinde, bu sırlı tuğlaların söküldüğü, kasıtlı bir tahribatın yapıldığı göze çarpıyor .
Üst kubbesinde aynı tarzda süslerin izleri hala mevcuttur। Üst kubbedeki çatlakların gittikçe açıldığı ve yıkılma tehlikesi arz ettiği görülmektedir.

Ç) HASANKEYF KALESİ

Kalenin iskan yeri olarak kullanılması, milattan önceki binlerce yıla dayandığı söylenebilir. Bu konuda kesin bir tarih tespit edecek hiçbir bilgi ve bulguya sahip değiliz. Kale haline dönüştürülmesi M.S. 363 yılında olmuştur. Bu tarihte Bizanslılar; Sasanilere karşı Hasankeyf’e bir kale yapmış ve sınırlarını koruma altına almıştır

http://batman.gov.tr/www/hasankeyf/12-Hasankeyf.Kalesi.JPG
Kale bütünü ile tabii kayalardan oluşmuştur. Biri doğuda biri batıda olmak üzere iki merdivenli yol ile buraya ulaşılmaktadır. Doğudaki yol hayli geniş, moloz taşlarla döşenmiş ve aralıklarla yapılan kapılarla tutulmuştur. Bu kapılardan biraz önce söz etmiştik. Hatta Artuklular döneminde bu yolun üzerinde yedi tane kapının yer aldığı tarihler de geçmektedir.
Kalenin kuzeyinde kayalara oyulmuş, tamamen gizli ama şimdi tabii yıkılmalar sonucu kısmen ortaya çıkmış iki merdivenli yol bulunmaktadır. Normal yollarla kaleye su çıkarılamadığı dönemlerde kale sakinleri bu merdivenli yollarla Dicle'den su ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Bu merdivenlerdeki tabii yıkılmalara bakılırsa antik dönemlere ait olabileceği ihtimali akla geliyor.
Kaleden daha yüksek mevkilerde yer alan membalardan zaman zaman yerlere toprak künkler yerleştirilerek; zaman zaman da kayalar oyularak su, kaleye ulaştırılmıştır. Kalenin dikkat çeken bir özelliği de; buraya gerek Eyyubiler, gerekse Artuklular döneminde kaynak suyu çıkarılmış olmasıdır.
Uzundere Köyü'ne gidilirken kalenin bir km. ilerisinde yolun sağındaki kayalarda oyulan su yollarının izleri açık bir şekilde görülmektedir. Yıkılmayan yerler incelendiğinde; kayalardaki bu su yollarının tamamen gizli olduğu anlaşılmaktadır. Sular cazibe ile kalenin kuzeyinde yer alan büyük havuza (depoya); oradan da açılan kanallarla kalenin her tarafına ulaştırılmıştır.
Artuklular döneminde hangi hükümdarın kaleye su çıkardığını bilemiyoruz. Buna karşılık Eyyubilerden Küçük Sarayı yapan Muciruddin Muhammed'in 1328 yılında kaleye su çıkardığını kaynaklardan öğreniyoruz. Hatta kalede bu tarihten sonra ağaçların ve ekinlerin ekildiğinden bahsedilmektedir. Kaledeki Ulu Cami güneyinde, 100 metre ilerde hamama benzeyen yapılar mevcuttur. Bu da kaleye bol miktarda suyun çıktığını göstermektedir. Hamamın bu günkü halinden daha sonraları kumaş dokuma atölyelerine dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Kalede yapılacak bir araştırmada, buna benzer bir çok kumaş dokuma atölyesi olduğu görülecektir.
Ulu Cami güneyinde geniş bir meydan vardır. Meydanın doğusu Büyük Saray kalıntılarına kadar mezarlığa dönüştürülmüştür. Kaynaklardan bu mezarlıkların yerinde, kale kapısına bakan noktada Eyyubiler döneminde bir büyükçe Eyvan yapıldığı anlaşılıyor. Gerçekte bu mevkide büyük taşlarla yapılmış duvar kalıntılarına rastlanmaktadır. Kale, tabii kayalardan oluşmasına rağmen, her tarafında burç izine rastlanmaktadır. Şüphesiz bunların amacı, kaleyi düşman saldırılarından korumak değildir. Herhalde kale sakinlerini düşme tehlikesinden korumak için bu burçlar yapılmıştır.
Tarihlerde buranın silah zoru ile ele geçtiği yazılmıyor। Yalnız; Moğollar döneminde şehir gibi, kale de harap edilmiştir. Kuzeyi Dicle ile çevrili kalenin, diğer taraflarında derin yarıklar vardır. Kuzeyden geniş olan kale, güneye gittikçe daralmaktadır. Kaledeki evlerin çoğu, oyulmuş mağaralardan oluşuyor. Genellikle bir-iki odadan ibarettir. Bir kaç odadan ibaret geniş olanları da vardır. Büyük Saraya doğru giderken sağda bulunan Cami'u-l Harap'ta, sonradan oraya konduğu anlaşılan bir kitabe parçası vardır. Kısmen aşındığı için okunmuyor.

D) KÜÇÜK KALE
Halk arasında küçük kale olarak bilinen ve kalenin doğusunda yer alan kaya kütleri bir zamanlar darphane olarak kullanılıyordu. Artukulular ve Eyyubiler döneminde burada paralar basılmıştır. Bu paraların örnekleri özellikle Mardin müzesinde mevcuttur. Moğol harabiyetinden sonra Eyyubiler bir müddet burayı mesken olarak da kullanmışlardır. Buraya kale kapısı karşısındaki bir merdivenle çıkılıyordu. Merdiveni taşıyan kaya kütlesinin kısmen çökmesi ile bugün merdivenle darphaneye çıkmak mümkün değildir . Darphanenin güneyi, sekiz metre genişliğinde, 10-12 metre derinliğinde oyulduğu için darphaneye çıkmak mümkün olmamaktadır .

Orada yaptığımız incelemede mesken olarak kullanılan evlere, su havuzuna, su kanallarına, sarnıçlara ve değişik amaçlarla kullanılan mağaralara rastladık. Ayrıca küçük kaleyi çevreleyen burç kalıntılarına da yer yer rastlanıyor . Özellikle kale zaman zaman da darphane define arayıcılarının tahribatına uğruyor. Bir şeyler olduğu tahmin edilen her yer kazılmıştır .Kalenin, şehirdeki tarihi eserlerle birlikte koruma altına alınıp, tahribata son verilmesi gerekmektedir .


E) ŞEHİR

Kale dışında da geniş bir alanın iskan yeri olarak kullanıldığı bu günkü kalıntılardan anlaşılmaktadır. Kaleyi doğudan baştan başa çevreleyen büyük yarık (Şa'bülkebir) Hasankeyf’ in en yoğun iskan yerlerinden olduğu hem tarihi kayıtlardan; hem de bol sayıdaki mağaralardan anlaşılıyor.
Küçük sarayın doğudaki penceresinden bakıldığında güneydoğu istikametine uzanan küçük yankın (Şa'büssağir) iki taraflı meskenlerle doludur. Yukarı doğru gittikçe yarık daralmakta bir noktada mağara evler sona ermektedir. Şehrin güneyinde yer a1an kaya kütlesinin şehre bakan cephesi de ev olarak kullanılan yüzlerce mağara ile doludur. Bu mağaralar silsilesi Salihiyye üzerindeki şela1e mevkiinden güneye doğru kıvrılarak uzanmaktadır .Burada da yüzlerce mağara ve terkedilmiş onlarca su değirmeni kalıntıları vardır .
Salihiye Bahçelerinin en doğusundaki kaya kütlesi zirvesinde iki kattan oluşan bir kaç odadan ibaret kral kızı sarayı vardır. Burasının zamanında seyir amacı ile kullanıldığı anlatılmaktadır . Salihiye bahçelerinin doğusunda yüzlerce mağara yapıları mevcuttur . Bunların arasında sosyal amaçlı kullanılan (han gibi) mağaralara da rastlanıyor.
Dicle'nin karşı kıyısında, Kure köyünün bitişiğindeki bölgede iki üç katlı oldukları tespit edilen yapılar मेव्कुत्तुर

Ayrıca kalenin batı ve güneyini çevreleyen yarıklarda da yoğun olmasa da mesken amaçlı bir çok mağaraya rastlanıyor. Şehrin iskan edilen yerleri şüphesiz bu kayalara oyulmuş evlerden (mağaralar) ibaret değildir. Şimdiki mevcut şehrin tümü orta çağda da iskan yeri olarak kullanılıyordu. Hatta şehir merkezinden bir iki Km doğusuna kadar, oradan nehre ininceye kadar geniş bir alanın mesken olarak kullanıldığı bu günkü izlerden anlaşılıyor .
Kaleye su çıkaran Artuklu ve Eyyubiler şehre de kanallar vasıtası ile su getirmişlerdir . Şehre gelen su kana11armdan biri ''Ziha'' vadisinden geliyordu. Muhtemelen şimdi Salihiye bahçelerini sulayan membadan ve bu gün ku11andan kanallarla şehre su taşınıyordu. Diğeri ise Akyar (******i) Köyü yakınlarından başlayarak Üçyol köyü boğazı batı yakasından döşenen künkler vasıtası ile şehre su getiri1miştir .
Şehrin böylesine geniş bir alana sahip olmasına karşılık şehri koruyan surların iç kısımda kaldığı görülüyor .Bu gün Salihiye bahçelerinin batı köşesi hizasından aşağıya doğru uzanan sur ka1ıntıları görülüyor .Bu surların 150 m. kadar aşağı doğru uzadıktan sonra bahçelerin altından doğuya doğru kıvrılarak bu günkü belediye lojmanları hizasında nehre doğru yeniden kırılarak Dicle'ye kadar indikleri yer yer mevcut olan kalıntılardan anlaşılıyor.
Surların bu günkü kalınlığına bakılırsa şehri korumada zayıf kaldıkları söylenebilir . Ayrıca surların içindekiler kadar dışında da iskan alanı olması Hasankeyf’in orta çağda devamlı büyüdüğünü ve geliştiğini göstermektedir . Şüphesiz bu kadar geniş alana kurulu bir şehrin, belki de yüz binlere ulaşan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal yapılarının da olması gerekiyordu.
Yukarda bahsettiğimiz yapılar dışında bir çok cami, mescit, medrese, külliye, hanlar ve çarşılar vardı. 14. ve 15. asırlarda Hasankeyf’teki çarşıların ticari mal1arla dolu olduğu o dönemin seyyahların ifadelerinden anlaşılıyor . Gayrimüs1imlere ait bazı yapıların da (kilise kalıntılarının) mevcudiyeti Hasankeyf’te Müslümanlarla Hıristiyanların iç içe yaşadıklarını gösteriyor .
El Rızk Camii'nin 100 m kadar doğusunda evlerin arasında bulunan kilise kalıntısı bunlardan bir tanesidir. Ayrıca Sultan Süleyman Camii'nden küçük yarığa ulaşınca solda gayrimüslimlere ait kaya mezarları da vardır .
Dicle kenarındaki El Rızk Camii yanından Sultan Süleyman Camii civarına oradan da doğuya doğru uzanan bir yer altı tüneli oldu söyleniyor. Ancak bu tünelin ağzı tamamen kapalı olduğundan buraya girmek mümkün olmamıştır .
Hasankeyf, Bağdat'a kadar akıp giden Dicle nehrinin kenarında olması şehre ticari açıdan önemli bir avantaj sağlamıştır .Ticari maI1ar nehir yolu ile güneye ulaştırılarak satılıyor karşılığında a1ınan mallar Hasankeyf’e getiriliyordu.
Hasankeyf, geniş iskan alanı, yoğun nüfusu ve korunaklı kalesi ile ortaçağın önemli şehirlerinden biri idi. 1524’ de tamamen Osmanlıların eline geçtiğinde hâlâ böyle büyük olduğundan, sancak merkezi yapılmıştır. O zaman Hasankeyf sancağına Siirt, Erzen, Beşiri, Tûr (Midyat) bağlanmıştır.
19. asrın ortalarında ise Diyarbakır Sancağı'na bağlı bir kazaya dönüştürülmüş, Osmanlının son dönemlerinde de Midyat kazasına bağlı bir kasaba haline gelmiştir. Bu da Hasankeyf’in Osmanlılar döneminde gittikçe önemini kaybettiğini göstermektedir.
Hasankeyf’teki mağara evleri çok farklı özellikler arz etmektedir. Çoğunluğu sade ve bir- iki odalıdır .Özellikle yüksek yamaçlardaki mağara1arın bazı1arınn iki katlı ( dubleks ) hat üç katlı (tripleks) olanlarına rastlanıyor.
Hasankeyf’in dışında da tarihi özellik arz eden mevkiler ve eserler vardır .Karaköy Köyü eski yaya yolu üzerindeki ''Ziha'' vadisinde Hasankeyf’e 2-3 km uzaklıkta 12 mihraplı Mescid-i Ali diye bilinen bir mağara vardır .İbadet mekanının ön cephesinde büyükçe bir mihrabın sağında ve solunda küçük mihrapçıklar vardır .Bu mihraplarda Şii inancında büyük yer tutan on iki imamın adı yazılmıştır .
Dıfne Köyü (Üçyol) Bane Mahar mevkiinde bir kilise kalıntısı bulunmaktadır। Köyün aşağısında da, derenin karşı kıyısında kayalara oyulmuş ibadet amacı ile yapıldığı söylenen mağaralar bulunmaktadır

HASANKEYF’Lİ BİLGİNLER
a) Alaaddin Haskefî (1021-1088/1612-1677): Asıl adı Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Abdurrahman b. Muhammed b. Cemaluddin b. Hasan b. Zeynelabidin’dir. Alaaddin Hısnî lakabıyla tanınırdı. Aslen Dımeşklıdır. 1021/1612 yılında Hasankeyf’te doğdu. Babası yanında tahsile başlayan Haskefî, daha sonra Şama giderek bir çok alimden ders aldı. Bir ara Kudüs’te de ilim tahsil etti.
Haskefî, 1663 yılında Anadolu’ya geçti. Osmanlı veziri Fazıl Ahmet Paşa, ona çok iltifat eti ve Çakmiye Medresesi’ne müderris tayin etti. Şam müftülüğünü arzu etmesi üzerine buraya atandı. Hareketli bir hayat geçiren Haskefi, bir çok yerde daha müftülük, kadılık ve müderrislik yaptı. Fazıl Ahmet Paşanın Girit adası fethine katıldı ve fetih hutbesini okudu. 1088/1677 yılı Şevval ayının on ikisinde Şam’da vefat eti.
Alim, fakih ve muhaddis olan Haskefî, önemli eserler yazdı. En meşhur eseri, Hanefi fıkhına dair olan Dürrü’l- Muhtar’dır. Oğlu Şeyh Salih ve torunu Şeyh Muhammed de büyük alimlerdendi.

b) Ebu’l-Lutf Haskefi ( ? –854/ ? – 1455): Şafii mezhebi alimlerindendir. İsmi Muhammed b. Ali b.Mansur b. Zeynelarap el- Haskefî el- Makdesî’dir. Çok iyilik sahibi olduğu için Ebu’l-Lutf künyesi ile meşhur oldu. Hasankeyf’te doğduğu için İbnu’l-Hısnî diye tanınırdı.
Hasankeyf’te yetiştikten sonra Kudüs, Kahire ve Halep şehirlerinde bir çok ilim tahsil etti. Fıkıh, Arap Edebiyatı ve şiir sahasında ileri derecede bilgi sahibi oldu. 859/1455 yılında Kudüs’te vefat etti.

c) El-Hatîb El-Haskefî (460-553 / 1068-1158): Asıl adı Ebu’l-Fadl Yahya b. Selame b. Hüseyin b. Muhammed’dir. Lakabı Muinuddin olup el-Hatîb el-Haskefî adıyla meşhur olmuştur.
Tanza’da doğdu, Hasankeyf’te büyüdü. Sonra Bağdat’a giderek önce edebiyat dersi aldı. Bunu iyice öğrendikten sonra Şafii fıkhını tahsil etti. Fıkhı iyice öğrenince memleketine dönmek üzere Bağdat’tan ayrıldı. Meyyafarıkin’e (Silvan’a) gelince orada kalmaya karar verdi. Orada halka vaaz vermeye başladı. Kısa bir süre sonra da Silvan müftüsü oldu. Zamanın en büyük alimleri, şair ve edipleri arasında yerini aldı.
ç) İbn Molla (Ahmet İbn Muhammed Haskefî 937-1008 / 1531-1599): İbn Molla adıyla meşhur olmuş şafii alimlerindendir। Aslen Hasankeyf’li olup 937/1531 yılında Halep’te doğdu ve oraya yerleşti. Gerek Halep’te gerekse başka şehirlerde bir çok alimden hem din ilimlerini hem de müsbet ilimleri tahsil etti. 1008/1599 yılında Halep yakınlarında eşkiyalar tarafından şehit edildi.

HASANKEYF'İN GENEL OLARAK TANITILMASI


a 1) Tarihi

Hasankeyf'in Türk -İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır.
Hısnkeyfa olan bu şehrin adı "Kayahisarı" şeklinde tercüme edilir. Eski tarih ve kavimlerden bu tür kelimelerin anlamı "korunmaya musait" yer anlamına geldiği belirtilmektedir. Kalenin yekpare taştan olmasından dolayı çeşitli dillerdeki Hasankeyf ifadesi "Taş Kalesi" manasına gelmektedir.

Hasankeyf'in ne zaman kurulduğu, şimdiye kadar karanlıkta kalmış, eldeki bilgi ve verilerin yeterli olmaması nedeniyle kuruluşu hakkındaki görüşler , bir ihtimal olmaktan öteye gitmemiştir. Şehrin jeopolitik yapısı, önemi ve mesken olarak kullanılan çok sayıdaki mağaraların, Hasankeyf'in çok eski bir yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Hasankeyf tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır.

Hasankeyf; Diyarbakır ve Cizre şehirleri arasında önemli bir kara ve su yolu güzergahında olup, savaşların olmaması ve ticaret yollarının burdan geçmesi bir yerde Hasankeyf'i kültürleri kavşak noktası haline getirmiştir. İran ve iç asya kültürleri , doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürlerini barındığından, Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için Hasankeyf'e kale inşa edilmiştir. Miladi üçüncü asırda İranlılar Mezopotamya yı ele geçirince Roma imparatoru Diyokletion harekete geçerek, bütün Mezopotamya ve Dicle nehrinin doğusundaki yerleri aldı. M.S. 633 yılında Hasankeyf'in Bizanslıların denetiminde olduğu ve 451 yılında Bizanslıların yaptırdıkları kale ve korunma amaçlı yapıtları ile şehrin denetimine müslümanlar tarafından feth edilene kadar sahip olmuşlardır. Hicri 17. yılda Hasankeyf islam orduları tarafından ele geçirilmiştir. Antik kent, sırası ile Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra, Hamdaniler (906-990), ******ıler (990-1096) denetiminde kalmış, daha sonra Artukoğulları eline geçmiştir. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup, Hasankeyf'e en parlak dönemini yaşatmışlardır. Artukoğulları Hasankeyf ile beraber Diyarbakır, Mardin ve Harput'ta hüküm sürmüşlerdir. Selçuklu sultanı Alparslan ve Melikşah gibi değerli devlet adamlarının, ileri gelen komutanlarından Artuk, 1071 Malazgirt savaşından sonra bölgeyi Selçukluların hakimiyetine katarak Selçuklulara önemli bir katkıda bulunmuştur.

Artukoğlu Sökmen 1101 yılında Hasankeyf'i ele geçirip burada önemli tarihi eserler yaptırmıştır. Böylece Devlet İdaresinde yeniden bir yapılanmaya gidilmiştir. Göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçilmiştir. Yönetimin halk kitlelerine dayanması, Artuklulara bağlı bölgelerde yarı müstakil bir hükümranlık anlayışı ile divanlar oluşturulmuştur. Haçlı akımlarına rağmen ilim, sanat ve kültürel sahada büyük çalışmalar gösterilmiştir. Darphaneler kurulup, devletin iktisadi yapısı hep canlı tutulmuştur. İlime ve ilim adamlarına büyük önem verilmiş, hasankeyf şehir kalesine su getirilerek önemli bir teknik deha yaratılmıştır. Mekanik alanda kitaplar yazılmış, makinalar, pompalar, fiskiyeler, su terazileri ve müsiki aletleri yapılmıştır.

1232 yılında Eyübi Sultanı El-Kamil El-Malik tarafından Hasankeyf ele geçirilmiştir. Ortaçağın ve şarkın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler Mısır, Süriye ve Yemende hüküm sürmüşlerdir. Böylece Eyyübi hükümdarlarının şehri ele geçirmeleri ile birlikte 130 senelik Artukoğulları dönemi sona ermiştir.


Selahaddini Eyyübiden sonra Eyyübiler bir çok emirliklere ayrılmış olup, Hasankeyf Eyyübi hükümranlığı da bunlardan biridir. Eyyübiler çok önemli eserler yaptırmış, ilim, sanat ve kültürel alanda miraslar bırakmışlardır. Özellikle mimari sahada faaliyet gösteren Hasankeyf Eyyübileri tarihteki yerlerini almışlardır. Moğol istilasından Hasankeyf'te nasibini almış,Moğollar burayı ele geçirilerek yağma ve tahrip etmişlerdir.

Eyyübilerden sonra Hasankeyf'e Akkoyunlular hakim olup, 15. y.y başına kadar hüküm sürmüşlerdir. 1473 yılında uzun hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasında yapılan otlukbeli savaşında uzun hasan'ın oğlu zeynel bey şehit olmuş ve Hasankeyf'te dicle nehri kenarında gömülmüştür. Akkoyunlulardan sonra Hasankeyf İran Sefavilerin hakimiyetine geçmiştir. 1515 tarihinde Yavuz Sultan Selim'in doğu seferi ile birlikte Hasankeyf Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönemde Hasankeyf çevredeki aşiretleri idare eden merkezi bir hanedanlık konumunda olup, buna paralel olarak iktisadi ve ticari yapıda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000. civarında olması ise Hasankeyf'in büyük bir yerleşim merkezi olduğu gösterir. Erken ortaçağ tarihi ve yapıtlarından anlaşıldığı üzere Hasankeyf'te kültür uygarlıkların kaynaştığı, yerleşik halkın, 7000. civarındaki yazları serin kışları sıcak olan ve ortaçağ şartlarında çok modern ev olan mağaralarda hayatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır.

a 2) Coğrafi Durum

Hasankeyf'in Denizden yüksekliği 520 metre olup, coğrafi konumu; 37 derece 43 dakika enlemde; 41 derece 24 dakika boylamda yer almaktadır. İlçemiz güneyindeki Midyat sıra dağları, kuzeyindeki raman sıra dağları arasında bir vadide yer almaktadır. Hasankeyf Batman-Mardin ve Batman-Şırnak ana karayolları üzerindedir. İlçede ortalama sıcaklık 25 derece olup, yazın sıcaklık 38-40 dereceler arasında kışın ise ortalama sıcaklık 6-8 dereceler arasında seyretmektedir. Yılın ortalama 90 günü yağışlı geçmektedir. Dicle nehri, bölgeye hayat veren bir akarsudur. Hasankeyf'te Dicle nehri kıyısında kurulmuştur.

b) Nüfus Durumu

İlçenin toplam nüfusu 7 494 kişi olup, ilçe merkezinde 3 655 kişi köylerde ise 3 839 kişi yaşamaktadır. İlçemiz, sürekli göç verdiğinden dolayı yapılan her genel nüfus sayımında Hasankeyf toplam nüfusu azalmaktadır.
İlçemizin 2002 Genel Nüfus Sayımı Sonuçları
SIRA KÖY ADI TOPLAM NÜFUS
1. Hasankeyf Merkez 3.655
2. Akalin Köyü 267
3. Aksu Köyü 329
4. Bayırlı Köyü 113
5. Büyükdere Köyü 204
6. Çardaklı Köyü 124
7. Irmak Köyü 341
8. İncirli Köyü 116
9. Karaköy Köyü 509
10. Öğütlü Köyü 115
11. Saklı Köyü 346
12. Tepebaşı Köyü 260
13. Uzundere Köyü 243
14. Üçyol Köyü 407
15. Yakaköy Köyü 357
16. Yolüstü Köyü 108
T O P L A M N Ü F U S 7.494

c) İdari Durum :

1926 yılında Mardin İline bağlı Gercüş İlçesinin kurulmasıyla birlikte, Hasankeyf bu İlçeye bağlı bir bucak merkezi iken, 18 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı Kanunla Batman'ın İl olmasıyla birlikte, Hasankeyf ilçe statüsünü kazanmıştır.İlçe Merkezi Kale ve bahçeli Evler mahallesi olarak iki mahalleden oluşmaktadır.İlçenin 18 köyü ve 7 mezrası bulunmaktadır. İlçe Dicle Nehri kıyısında olup,dar bir vadi içinde aynı zamanda bir geçiş güzergahında yer almaktadır.İlçeye bağlı Köyler genelde doğu ve batı uzantısı içinde,Dicle Nehri havzasını takip etmektedir.

İlçemize bağlı Kumluca Köyü ile Kumluca köyüne bağlı Taşlı mezrası,Yolüstü Köyüne bağlı Çatalsu Mezrası,Palamut Köyü ve Palamut Köyüne bağlı Keçili ve Koyunlu Mezraları boştur।

SASON'UN OLARAK TANITILMASI a)İlçenin Tarihi Yapısı:
Çağımızdan 2700 yıl önceleri,Batı Türkistan’dan çıkıp,Kafkasları aşarak Azerbeycan ve Anadolu’ya yapılan ve bir ucu Çin’e bir ucu da Batıda Kalkat Dağlarına dayanan sahaya(alana) İskitler hakim olmuşlardır. Sakalara vergi veren metyalı İran Şahı Kayaksar M.Ö.(633-584) Urmiye gölü kıyısında Sakalar Padişahı Afrasyap(Alper Tonga )ile boy beylerinin 625 yılı yazında bir ulu ziyafet vererek hile ile hepsini sarhoş ederek Geceleyin pusudaki askerleri ile Alper tonga ve Saka ulularını toptan kılıçtan geçirdi.Bunun sonucu olarak bahtsız kalan sakalar hazırlıklı İranlıların karşısında dayanamayıp,Aras ırmağı ile Çoruh boyunda tutuldular. Kuzeye çekilmeyen Sakalar da Van gölü güneyi ile küçük zapt suyu arasında ve Dicle kolundaki dağlık bölgede
Kalarak İranlılara düşman ve ayrı bir beylik halinde yaşadılar.
Saka Türklerinin (İskitlerinin) Karaduk boyundan olan Kürtler Van gölü güneyine ve Dicle solundaki dağlık bölgede Sancak oymaklar halinde yerleşenlerdir. Kür-Aras boylarındaki sakalar M.Ö.(519-330)arasında bir setraplik halinde İran’ı tabii olarak yaşadılar. Kür-Aras Sakaların torunları Albaylarının Bala-Sakan adı ile güçlü bir boyları vardı.Bunlar Bala-Saka Kürtleri idi. 413 yılında Hiristiyan olan Bala-Sakalılar 645 yılındaki ilk İslam fethinde araplara isyan etmişlerdi. Daha sonraki ermeniler bu boydan gelmedir.
Dicle Türklerinin ise Heradot Kesenefon Bitlis,Sancak bey Şerefhan ve Evliye Çelebi Kaynaklarından süzülen Tarih ve Soy bilgileri ışığında değerlendirildiğinde,Dil ,Boy ve oymak adları ile folklorları din ve inançları ile öteki dört bölgedeki Türklerden ve oğuzların üç ok kulundan geldiği bir gerçek olarak görülmekte dir. Heredot Dicle Kürtlerinin M.Ö.500 yıl yılındaki hakim boylarına göre Boht ’lar adı ile anar.Kesenefon ise M.Ö.4001’den Zapt ve Bohtan çayı arasındaki dağlık bölgelerden geçerken buradaki boyları Kurduk(Kürtler) Adı ile anarak kurdukları Şeyhin şahı ‘na tabi olmadan müstakilce yaşadıklarını belirtir.
Hiristiyanların yayılmaya başladığı M.S.305 ‘te Dicle solu ili Van Gölü arasında akalan bölgede Kurduk Elbeyliği;Kortu,Kortik,Adrovar ,Motogan,gibi Belçaklara ayrılmıştır.
Oğuzhanlılar,(Bohtlar,Kardukla r)İslam dinini benimsemediklerini duyurmak üzere Hz.Muhammed’e Bohduzları ileri gelenlerinden Amamon(Aman)adlı şahsı elçi olarak gönderdiler.Ermenilerin bölgeye sokulmamaları Romadan sonra hiristiyan olan partalar krallığı dönemine rastlar.Araplar ise,özellikle Hz.Ömer döneminde Basra’dan göçen kafile ve aşiretler halinde bu bölgeye gelmeye başlamışlardı. Ermeniler yerleşim bir hayat tarzı sürdürürken Arap aşiretleri göçer ve yarı göçer bir yaşam sürdürüyorlardı.
Sason çevresi halkının kökeni,çoğunlukla Basra dan göçen ve sonradan Türk-İslam Kültürü içinde yoğurulan ve Karduklarla(Bohtlarla)hısım akrabalık olan Arap Kabilelerine dayanmaktadır.
Sason İlçesinin eski adı “KABİLCEVİZ”dir. Kelime anlamı cevizi bol anlamına gelmektedir. Sason adı Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilmiştir. Sason üzerinde ZOK’ta bulunan dili arapça olan Garzan aşireti Kurtalan dan Muş’a kadar uzanan bölgede hakim olmuşlardır. Dili Kürtçe olan Hiyan aşireti ise Silvan,Yücebağ ve Muş ili yörelerinde etkin olmuşlardır.
1864 yılında Osmanlı yönetiminde eyaletlerin yerine vilayetler kurulurken, Sason Siirt Sancağı ile birlikte Diyarbakır Vilayetine bağlanmıştır. Nitekim 1871 tarihli Diyarbakır Salnamesinde Sason İlçesinin
Siirt Sancağına bağlı olduğu belirtilmektedir.1844’lerden sonra Siirt sancağının sırası ile Bitlis Vilayetine Cumhuriyete kadar da Muş İline bağlı olduğunu görüyoruz. Cumhuriyetten sonra Sason İlçesi kesin olarak Siirt
Vilayetine bağlı bir kaza durumuna getirilmiştir.1938 Kozluk İlçesi Sason’ nun bir bucağı iken bu tarihte ayrılarak İlçe statüsünü kazanmıştır. Sason İlçesi 16 Mayıs 1990 tarih ve 20522 Sayılı Resmi(Mükkerrer )gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3647 Sayılı Kanunun 2. Maddesine göre Batman İlçesi Vilayet olması nedeniyle,Sason İlçesi bu tarihte Siirt Vilayetinden ayrılarak Yeni İl olan Batman İline bağlanmıştır.
1930 ‘lere kadar Yörede etkin olan konuşma dili arapça ve kürtçe iken bu tarihten itibaren Türk dili yerleşmeye ve gelişmeye başlamıştır.1. Dünya Savaşı yıllarında Rusların Ermenileri kışkırtmaları ve Ermenilere bu yörede bir Ermenistan Devleti vaad etmeleri ile başlayan gelişmeler,Ermenilerin Sason ve Kozluk’ta yaşayan
muslüman halka sürekli saldırmaları ve onlara zulüm yapmaları iş doruğa ulaştı. Osmanlı Hükümetinin tüm hoşgörü ve uyarılarına rağmen,Ermenilerin muslüman halk üzerindeki katliamları durmak nedir bilmedi. Bu olaylar böyle devam ederken Ruslar da Doğu Anadolu güneyine illerleyerek Muş’a kadar gelmişlerdi muş -Sason sınırını çizen Gazi Perperini (Perperin dağı )dağında Ruslarla muslüman arasında şiddetli çatışmalar meydana gelmiş. Henüz düzenli bir ordunun bulunmadığı bu dönemde Siirt Tillo (Aydınlar) Bucağında oturan
Şeyh Said ve kabilesinin bu çarpışmalarda önemli yararları olmuştur.(Şeyh Said’in Cumhuriyet döneminde ayaklanan Şeyh said ile bir ilgisi yoktur.)Rus işgalı sırasında Tillodan Sason’a gelen ve Sason’ nun ileri gelenleri olan Abuzer BADIKOĞLU,Tefer BADIKOĞLU ile Sason Tekevler köyünden Abdulaziz ve Sason’nun aşiret reisleri ve güçlerini yanına alan Şeyh Said Rus işgaline karşı Gazi Perperini tepelerinde amansız bir çatışmaya Girmişler ve Rusların geri çekilmesinde büyük bir rol oynamışlardır.1915’te Osmanlı Hükümeti tarafından çıkarılan bir fermanla zulümcü ermeni unsurların Suriye ‘ye ve Rusya’ya göç etmelerini sağlamışlar.
b) İlçenin Coğrafi Yapısı :
İlçemiz Güneydoğusunda Kozluk İlçesi,Kuzeyinde Muş İli Kuzeydoğusunda Mutki İlçesi,Batısında Kulp İlçesi ile çevrilmiştir. Alanı 661 Km2’dir İlçenin rakımı 980 dir. İlçemizin Yeryüzü şekilleri zamanında 60 milyon yıl önce üçüncü zamandaki (Tersiyer)Jeolojik hareketler sonucunda oluşmuştur. Alanın 636.050 dekarı dağlık ,6.000 dekarı Yayla,2.400 dekarı ova,16.550 dekarı ise dalgalı arazidir. Yeryüzü şekilleri içinde en fazla dağların yer aldığı İlçemizde,belli başlı yüksek dağlarımızdan Aydın tepe (Mereto)2.973 metre,İlçemiz ile Muş İli arasında bulunan Subaşı dağı’ Zoveser) 2.706 metre,İlçe merkezinin güneyinde Kuşaklı(Halkis)Dağı,1.947 metre,Heybeli Köyünün 4 Km .Güney batısında Taştepe (Golan)dağı 1.473 metre, Dağçatı köyünün 6 Km. Batısında Gökçekaradağ(Sintör) dağı bulunmaktadır.
Sason ve Kayser çayları İlçemizin belli başlı iki akarsuyudur. Bu akarsulur malabadi köprüsü yakınında Kulp çay ile birleşerek Batman çayı adı ile güneye doğru akarlar Dicle ye ulaşırlar. Kayser çayı Sason-Kulp ilçeleri ve dolaysıyla Batman ve Diyarbakır İllerinin de İdari sınırlarını belirleyen doğal bir sınır şeridi özelliği taşır.
İlçemizin iklimi geç Akdeniz iklimi ile Doğu Anadolu nun karasal iklimleri arasında bir geçiş iklimi özelli ğini taşımaktadır. Yağışlı bir iklime sahip olan ilçemizde yıllık ortalama yağış 98 Kg./M2 dir Yörenin karekteristik bitki örtüsü meşe ağacıdır.
d) İdari Durum :
1- İlçe Merkezi Yerleşim Durumu :
Sason Çayının Güney doğusunda birden dikleşen sarp yamaçlar üzerinde 22 Mahalleden oluşan İlçe Merkezi Dağınık bir yerleşim özelliği arz eder. Yerleşim dokusuna biçim veren öğeleri iki başlık altında toplayabiliriz.
a) Doğanın sarp ve kesinlik arz eden arazi yapısına sahip oluşu tarıma elverişli tarlaların çok küçük olarak oluşmasına neden olmuştur.
b) Gerek doğa ve gerekse yetiştirilen tütün bitkisi makineli tarıma uygun düşmediğinden aileler evlerini tarlaların kıyısına yapmak zorunda kalmışlardır. Bu etkenlerin sonucu da Belediye hudutları dahilinde yer alan
Mahallelerin imar çalışmalarına büyük ölçüde engellemektedir. İlçe merkezi ve İlçeye bağlı Mahallelerin kendiliğinden şekil almıştır. Kamu Hizmet binaları Konutlara uzak mesafelerde tesis edildiğinde, günlük hayata
Hız, kolaylık ve haberleşme istenilen düzeyde gerçekleştirilmemektedir. Mahalle arası yollar çoğunlukla taşkın su ve dere yataklarıdır. Şehir içi ulaşım çoğu yerde tıkanıklar göstermektedir. Konutların % 55 ‘şi 1976 den itibaren Betonarme olarak inşa edilmiştir. geri kalanı ise taş ve toprak yapılardır. Kum ve dışında tüm yapı malzemeleri ilçe dışından temin edilmektedir. Evler ailelerin barınma işleminin karşılamanın yanı sıra Hayvanlar
İçin ahır ve tütün kurutmak için de depodan oluşan ayrı bölümleri de kapsar। İlçe merkezi gerek iş makinaların olmayışı ve gerekse toprak darlığı nedeniyle, Köysel nufüsu merkeze çekebilecek bir itici güce sahip değildir. Yerleşmelerdeki gelişme sahili nufüs artışı sonucudur.

BEŞİRİ'NİN GENEL OLARAK TANITIMI
İlçemizin bir yerleşim birimi olarak tarihi M. Ö. 3000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bu yıllarda Hurri kavimlerinin yerleştiği bu yöre daha sonra 1200 yıllarında Asur egemenliğinin altına girmiştir.
Yaklaşık 1400 yıllık bir zaman içinde, sırasıyla Med, Pers, Makedonya, Part, Roma ve Bizans İmparatorlukları sınırları içinde kaldıktan sonra 1243 yılında Moğolların eline geçen yöre, 1514 yılında Yavuz Sultan Selim’ in Çaldıran zaferi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisine dahil olmuştur.
Cumhuriyet döneminde Kobin adıyla Siirt İlinin Garzan İlçesine bağlı küçük bir köy iken, 1926 yılında sel felaketi sonucu Diyarbakır İline bağlı Elmedine kazasının buraya taşınması ile Beşiri adını alarak Siirt İline bağlı İlçe durumuna gelmiştir. Daha sonra 18.05.1990 yılında Batman İline bağlı İlçe durumuna gelmiştir.
İlçemiz Kuzey-Güney istikametinde dar ve uzun bir şerit halindeki Batman İlinin orta kısmında İl merkezinin doğusunda yer almaktadır. Doğuda Kurtalan, Güneyde Hasankeyf ve Gercüş, Kuzeyde Kozluk İlçesi ve batıda Batman İli ile çevrilidir. İlçenin alanı 889.000 km2’ dir. İlçe merkezi 680 rakımlı olup, İl merkezine 16 km uzaklıktadır. İlçe genellikle düz bir arazide kurulmuş olup Batman İli ile arasında kıra dağı yer almaktadır.
İklimi kışları yağışlı, sert ve soğuk, İlkbahar mevsimi kısa süreli, yazları ise kurak çok sıcak geçmektedir. Tek akarsuyu olan Garzan çayı İlçemizin kuzey ve güney istikametinde geçtikten sonra Dicle nehri ile birleşir.
2000 Yılı Genel Nüfus sayımına göre İlçemizin Merkez Nüfusu 8523 olup, toplam 33.152’ dir. Bu Nüfusun %51’ ini erkek Nüfus, %49’ unu ise kadın Nüfus teşkil etmektedir.
Nüfusun %26’ sı kentsel kesimde, %74’ ü kırsal kesimde yaşamakta olup, Nüfus yoğunluğu 38 ve Nüfus artış hızı 3.5’ dir. Nüfus yoğunluğu özellikle Beşiri merkez, İkiköprü, Doğankavak, Beşpınar, Çevrimova ve Yontukyazı köylerinde toplanmıştır.
İlçe Nüfus Müdürlüğünde 107 adet aile kütüğü mevcut olup, 58 İdari birim bulunmaktadır.
Beşiri 889. km2’ lik alanıyla Batman’ ın Kuzey doğusunda yer almakta olup, Garzan çayına paralel uzanmaktadır. İlçemiz, doğusunda Siirt İli Kurtalan ilçesi, Kuzeyinde Kozluk ilçesi, Güneyinde Hasankeyf ilçesi, Batısında Batman ile çevrilidir.
Beşiri ilçe merkezinde bir, İkiköprü Beldesinde bir olmak üzere toplam iki belediyemiz ve 51 köyümüz ve bu köylere bağlı 64 mezramız bulunmaktadır. İlçe merkezinde 4, İkiköprü Beldesinde 2 olmak üzere toplam 6 mahallemiz mevcuttur.
İlçe merkezinde 1410, İkiköprü Beldesinde 580, köylerde ise 3152 adet olmak üzere 5142 adet konut bulunmaktadır.
İlçede genel olarak tamirhane, kahvehane,bakkal, market ve konfeksiyon iş kolları mevcut olup, ayrıca sanayi tesisi olarak Uğurca köyünde un ve mercimek fabrikası ile Örmegöze köyünde GAP Halı Fabrikası bulunmaktadır. Halkın temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.
İlçe merkezinde 1 Lise,5 İlköğretim Okulu (Atatürk YİBO, Hürriyet, Cumhuriyet, Uğrak ve Yunus Emre İlköğretim), İkiköprü Beldesinde 2 İlköğretim Okulu mevcut olup, köy ve mezralarımızda ise toplam 74 İlköğretim Okulu mevcuttur.
İlçemiz zorunlu 8 yıllık kesintisiz eğitim için 6. Sınıf (II Kademe ) olmayan İlköğretim okullarının öğrencileri ve ihtiyaç sahibi aile çocukları Eğitim Öğretimlerini ilçe merkezimizde bulunan Atatürk YİBO da devam etmektedirler. Halen bu okulda yatılı olarak 67 Kız, 422 Erkek, ve 364 Gündüzlü olmak üzere toplam 853 öğrenci öğretim görmektedir.
İlçemizde herhangi bir Yüksek Öğretim Kurumu yoktur.
Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü tarafından 2003-2004 Öğretim yılında toplam 17 kurs açılmış, ( Okuma-Yazma, Halı, Kilim, Bilgisayar, Giyim kursları ) toplam 265 ( 2 Geçici Usta Öğretici, 15 Öğretmen ) kursiyer katılmıştır.
İlçemiz merkezinde 1987 yılından beri hizmet veren Halk Kütüphanesi mevcut olup, faaliyetine devam etmektedir. Kütüphanemizde 9509 adet kitap mevcut olup, OCAK 2004 tarihi itibariyle toplam 14.802 okuyucu vardır. Ayrıca 2004 yılı içinde toplam 243 kayıtlı üyemiz vardır. Bunlardan gerek kütüphanemizde gerekse de evlere kitap verilerek kütüphane hizmetlerinden yararlanmaktadır.
İlçemizde Sinema ve Tiyatro gibi etkinliklerimiz bulunmamaktadır.
İlçemiz merkezinin 6. km batısında ve Örmegöze köyü yakınlarında Şeyh Halit Türbesi bulunmaktadır.
İlçemizde kurulmuş spor kulübü yoktur.
İlçemiz dahilinde elektriksiz köy bulunmamaktadır. İlçemizin su ihtiyacını toplam 300 tonluk iki adet su deposu ile kaynak suyundan karşılanmaktadır.
İlçemiz de TV yayınlarından TRT 1, TRT 2, TRT 3, TRT 4 ve özel yayınlar çanaksız anten olmadan izlenememektedir.
İlçemizin Batman’ a uzaklığı 16 km। olup, ana ulaşım yolu Siirt-Batman karayoludur.

GERCÜŞ GENEL BİLGİLERİ
MERKEZ NÜFUSU :8451
KÖY NÜFUSU :23.543
TOPLAM NÜFUSU :31.994
BELEDİYE SAYISI :3
KÖY SAYISI :56
KÖY ALTI YERLEŞİM BİRİM SAYISI :19
YÜZÖLÇÜMÜ :1070Km2
RAKIM :850
2000 Nüfus sayım sonuçlarına göre; ilçe merkezi 8.200, Kasabalar ve Köyler toplam nüfusu 22.000 dir. Nüfus yılda ortalama %.0,703 artmaktadır. Toplam Kadın sayısı 15.767, toplam erkek sayısı 16.227 dir. Nüfusun azımsanamayacak bir bölümü ilçe dışında yaşamaktadır. Göç yönelimi önce il merkezine ve sonra Mersin, Adana ve Ege bölgesine doğrudur. Halkın büyük bir bölümü şafi mezhebine mensuptur. Hıristiyan vatandaşlarımız 20-30 yıl kadar önce ilçemizden ayrılmışlardır ve göç yönelimi Avrupa ülkelerine doğru olmuştur. Ortalama 40 yaşının üstü vatandaşlarımızın özellikle kırsalda yaşayanların Türkçe yi konuşmakta zorlandıkları hatta azımsanamayacak bir bölümünün de konuşamadığı görülmektedir. İlçede Türkçenin yanında Kürtçe ve Arapça da konuşulmaktadır.

İlçe Merkezinde medyan yaş 20 dir diğer ilçeler ve il merkezine göre daha yaşlı bir nüfusa sahiptir.Köylerde cinsiyetler arasında medyan yaş farkı oldukça az olup,köylerdeki erkek nüfusun yarısı 16 ,kadın nüfusun yarısı 17 yaşından gençtir.
COĞRAFİK KONUM
İlçe, Mardin-Midyat eşiği denilen 1100-1200 m yükseklikteki dağların kuzey eteğinde, etrafı dağlarla çevrili 850 rakımlı bir platoda kuruludur. Güneyinde Midyat, kuzeyinde Hasankeyf, doğusunda Dargeçit, batısında Savur ve Bismil ilçeleri ile çevrilidir. İlçe merkezi Batman iline 59 km mesafededir. Yüzölçümü 1070 km2 dir. Nüfus yoğunluğu km2 ye 26 kişidir. Ortalama sıcaklığı 20 C dir. Yaz aylarında sıcaklık 37-40 C ye kadar çıkar. Kış sıcaklıkları ise 2-6 C arasında değişmektedir. Yıllık ortalama yağışlı gün sayısı 90 olup metrekareye ortalama kg yağış düşmektedir. İlçede karasal iklim hüküm sürmektedir
EKONOMİK DURUM
Genel olarak ekonomi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Ancak sulanabilir alanların darlığı ve su kaynaklarının yetersizliği nedeni ile bu sektörlerdeki üretim günlük hane ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Üzüm, Buğday, Arpa, mercimek, nohut, sebze yetiştirilmektedir. Çeşitli iş kollarında 262 adet küçük esnaf mevcuttur. İşletme büyüklüklerine ulaşmış işyeri mevcut değildir. Sanayi kuruluşu bulunmamaktadır. Ortalama gelir seviyesi Türkiye ortalamasının çok altındadır. Nüfusun ciddi bir bölümü mevsimlik işçi olarak dışarı gitmektedir. Hanelerin çok nüfuslu oluşu ise geçimi zorlaştıran başlıca etmenlerdendir.

Gercüş İlçesi, 1.062.400 dekar arazi varlığına sahiptir. Bunun 117.100 dekarı tarıma elverişli arazi, 762.725 dekarı tarıma elverişsiz arazi, 120.320 dekarı orman arazisi, 62.240 dekarı mezradır. Tarımsal faaliyetlerde kullanılan alan toplam arazinin %16.88 idir.


19.120 dekar alanda üzüm, 6.667dekar alanda sebze, 39.500 dekar alanda buğday, 16.000 dekar alanda arpa, 16.000 dekar alanda mercimek, 110 dekar alanda pirinç yetiştirilmektedir.

1500 adet yerli 20 adet kültür ırkı olmak üzere toplam 1520 adet büyükbaş hayvan ve 2900 adet yük ve binek hayvanı; 7500 adet koyun, 10000 adet keçi olmak üzere toplam 17500 adet küçükbaş hayvan; 21000 adet tavuk, 3000 adet hindi, 2000 adet kaz-ördek olmak üzere toplam 26000 adet kümes hayvanı; 600 adet eski ve 850 adet yeni olmak üzere toplam 1450 adet arı kovanı bulunmaktadır.

TARİH
GERCÜŞ İSMİNİN KAYNAĞI VE TARİHİ
Gercüş yöresindeki yerleşim yerlerine bakıldığında, genellikle ya kurucusunun ya yörede hüküm süren devletlerin hükümdarları ile ordu komutanlarının yada yakınlarında bulunan ırmak, dağ ..... gibi coğrafi yerleri isim olarak almışlardır. Gercüşün de ismini bu şekilde almış olma olasılığı fazladır
Gercüş isminin menşei konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bu konu ile ilgili ulaşılabilinen tek yazılı kaynak tarihte"Şügrin","Selha" olarak geçen, bu gün Midyata bağlı bir köy olan Barış tepedeki bağlı bir köy olan Yakup Manastırı Tarihi adlı kitaptır.
Yakup Manastırı Tarihine göre: M.S.400 Yıllarında Şügrin yöneticisi olan "KEFERGEVSON"un bazı insanları öldürmek istemesiyle halkta oluşan tepki sonucu Şügrini terk etmek (kovulmak) zorunda kalıp, bu günkü Gercüşün bulunduğu yere gelerek yerleştiğidir.
YAKUP MANASTIRI TARİHİ ADLI KİTABIN GERCÜŞ İLE İLGİLİ BÖLÜMÜ
Kefergevson olayı başka şekillerde de anlatılmaktadır. Buna göre M.S. 402 Yıllarında Roma, Pers ordularının yaptıkları savaşta ordu komutanı olan Kefergevsonun savaşta yenilmesi sonucu Gercüşe sürgüne gönderildiğidir. Burada Roma - Pers tabirleri doğru değildir. Çünkü 395 yılında Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesiyle doğu Bizans adını almıştır. Pers imparatorluğu ise M.Ö.550 - 331 Yılları arasında hüküm sürmüştür. Kefergevson olayı ise M.S. 400 Yıllarında gerçekleşmiştir. Bunun Bizans - Sasani olması gerekir
İster bazı insanları öldürmek istemesi sonucu köyden kovulan Kefergevson olsun, ister savaş alanında yenildiğinden dolayı sürgüne gönderilen Kefergevson olsun, Gercüş isminin Kafergevson dan geldiği diğer rivayetlere göre daha ağır basmaktadır. Çünkü en azından bir yazılı kaynağa ve bu gün kullanılan ismiyle benzerlik göstermektedir.
Gercüş isminin menşei üzerinde diğer bir rivayet ise"KEFERCEVS"tir."KEFER" yer, "CEVS";ceviz anlamında kullanılmış olup ceviz beldesi, cevizin yetiştiği yer anlamında kullanılmış olup ceviz beldesi, cevizin yetiştiği yer anlamında kullanılmaktadır. Bu rivayetle ilgili yazılı belge olmadığından doğrulamak yada yalanlamak pek mümkün değil. Bu da halk arasında konuşulan bir rivayettir.

Gercüş isminin menşei konusu çoğu ansiklopedi ve broşürde "ŞAHMAR" olarak geçer."ŞAHMAR"isminin geçtiği kaynaklarda, bu ismin zamanında Gercüşün, Diyarbakır Şam ticaret yolu üzerinde bulunmasından dolayı verildiği rivayet edilmektedir. "Şahmar" isminin ticaret yolu geçtiği için almış olması almış olması pek mantıklı değil. Çünkü ticaret yolunun geçtiği için verilmiş olsaydı, o zaman ticaretle ilgili bir ismin verilmesi daha mantıklı olurdu. ŞAH hükümdar, yöneten anlamında,"MAR", yılan anlamında kullanılmaktadır. Buna göre "ŞAHMAR"yılanların hükümdarı, kralı anlamına gelir. Bu ismin ticaretle hiç bir alakası yoktur."ŞAHMAR" Gercüşte yaşayan ve iki kaya arasında sıkışarak ölen yılan efsanesinden gelmektedir. Bu ismin sadece bir rivayet ve halk arasında konuşulan bilgilerden ibarettir.

GERCÜŞÜ MİDYAT'A BAĞLAYAN ALT GEÇİT

Gercüşün tarihi incelenirken bölgenin tarihi içerisinde ele almak ve değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla yörede var olan uygarlıkların tarihsel gelişim süreci içerisine Gercüş ilçesini de koyup değerlendirmek mümkündür.

Gercüş Ovası, iklim, coğrafi konum, tarım ve su açısından insanlara bahşettiği nimetler sayesinde medeniyetin ilk temellerinin atıldığı yerlerden biridir. Gercüşün ne zaman inşa edildiği bilinmiyorsa da çevresindeki yerleşim yerlerinin tarihi M.Ö.7000 yıllarına kadar geriye gider. Yakup Manastırı Tarihine göre Kefergevsonun M.S.400 yıllarında Gercüşe yerleştiği söylense de Gercüşün bu tarihten önce yerleşim yeri olarak kullanıldığı çevresindeki mağara ve alt geçitlerle sabittir. Bazı rivayetlere göre Gercüşün bu tarihten önce yerleşim yeri olarak kullanıldığı çevresindeki mağara ve alt geçitlerde sabittir. Bazı rivayetlere göre Gercüşün ilk kurulduğu yer M.Ö. 3000 yıllarında kurulan Gıre Tılhabatedir.

Gire Tıhabatenin yanında Gercüş Ovasında kurulan diğer yerleşim yerlerine bakıldığında: Hisar kasabasının Güneyinde yer alan Höyük M.Ö.7000 yıllarında , Şarişe (Şerşe) M.Ö. 3000 yıllarında kurulmuştur. Ayrıca Kantardaki kaya resimleri Antalya Beldibindeki mağara resimleri benzerlik göstermektedir. Antalya Beldibinin Kabataş Devrinden (M.Ö.10000-8000)kaldığı göz önünde tutulursa, bu kaya resimlerinin de Kabataş Devrinden kaldığı söylemek mümkündür.
Gercüşünde içinde bulunduğu bölgeye ilişkin tarih öncesi döneme ait bilinen tek şey Hurrilerin M.Ö.3000 yıllarından başlayarak yerleşmiş olduğudur. Hurri anayurdu, en geniş sınırlarıyla Fıratın kolu olan Habur Çayı ile Asi Irmakları arsıydı. Hurrilerin M.Ö.3000 yıllarının sonlarında Subara Boylarını da egemenlikleri altına alarak Kuzey Mezopotamya, Halep ve Suriyeye yayıldıkları M.Ö.13. yüzyıla ait Asur kaynaklarında Nairi ülkelerinin batı bölümünde gösterilmiştir. M.Ö.7. yüzyıldan kalma Asur kaynaklarında da Şupriya adıyla söz edilir.

TARİHÇE

M.Ö.1240 yıllarından itibaren bölgeye eğemen olan Asur devleti, Gercüşün de içinde bulunduğu yöreye M.Ö.744 yılında üstünlük kurdu.(Gercüş Ovasında yer alan Zorravaya adıl yörede bulunan Asurlara ait mühür ve tablet Mardin Müzesinde sergilenmektedir).

ASURLAR DÖNEMİNDEN KALMA MÜHÜR ve ASURLAR DÖNEMİNDEN KALMA TABLET

Asurlar devleti, III. Salmanasar zamanında genişleme olanağı buldu. Kuzey ve Günez Mezopotamya. Suriye ve Filistine kadar yayılan Asur devleti tamamıyla yıkılınca Metler bölgeye tam anlamıyla egemen oldu. Orta Anadoluya kadar yayılmış olan Met Devletinin egemensizliğine Pers Devleti son verdi.

Pers İmparatoru I. Daraios döneminde (522-485) yapılan yönetsel bölünmeyle imparatorluk, merkeziyetçi bir yapıya dönüştü. Bu bölünmeye göre İmparatorluk 23 Büyük Satraplığa (Askeri Valiliğe) ayrılırken, Gercüşün de içinde bulunduğu Yöre Büyük Satraplığa bağlandı. Bu Satraplığın sınırları Batıda Kilikyadan, Doğudan Habur ırmağına, Kuzeyden Aras Sapraplığına ve Güneyden Mısıra dek uzanıyordu. Bölgeye hakim olan Büyük İskenderden sonra bölge toprakları için Roma ve Partlar karşı karşıya geldi.

M.S. 63 yılında Romalıların bölgede hakimiyeti sağlayarak Part egemenliğine son verdikleri görülür. Roma İmparatorluğu, II. Yüzyılın sonlarında İran yaylasından gelen sasani askeri güçleri ile sık sık savaşmak zorunda kaldı. İki imparatorluk arasında yapılan mücadeleler sırasında bölge iki güç arasında sürekli el değiştirdi. Bölge, Roma dünyasının 395 te ikiye bölünmesiyle Bizans olarak tarihe geçen Doğu Roma İmparatorluğugnun sınırları içinde kaldı.

Bizans - Sasani mücadelesinde sahne olan bölge, 7. yüzyılın ikinci çeyreğinin sonlarında bu kez başka güçleri misafir etti: Arap - İslam Kuvvetleri.
Halife Ömer döneminde (634 - 644) bölgede başlayan İslam egemenliği dört halife dönemini izleyen emeviler döneminde de devam etti. 750 yıllarında yıkılan , Emevi saltanatından sonra Abbasi ve onlardan sonra Hamdanilerin eğemenliği başladı. Hamdanilerin kendi aralarındaki hakimiyet mücadelesinden faydalanan ******iler (990 - 1096) bölgede egemenlik kurdular.

******ilerin bölgeye hakim olduğu sıralarda, Malazgirtte Bizans ordusu yenilmiş ve bu yenilgi gücü ortadan kalkmıştı. Bu durumda Türkler Anadoluda büyük toprak parçaları ele geçirmeye başladılar. Selçuklu Devleti gücünün zirvesindeyken ******iler eski güçlerini yitirmişlerdi. Bu durumdan faydalanan Selçuklular ******ilerin egemenliğine son verdiler. Böylece Gercüş Selçukluların egemenliğine geçti.

1071 Malazgirt savaşına katılan, Anadoluda büyük toprak parçaları alınmasında ve ******i egemenliğine son verilmesinde büyük rol oynayan Artuk Beyi, Fahr üd Devlenin Melihşaha şikayet etmeye sonucu sultan ile arası bozuldu. Sultanla arası bozulan Artuk bey, Suriye Selçuklu sultanının Tutuşun hizmetine girdi. Tutuşun emrindeyken yaptığı hizmetler karşılığında Kudis valiliği verildi.

Artuk Beyin, 1091 yılında ölmesiyle birlikte yerine oğulları geçti. Artuk Beyin oğlu Sökmen Suriye Selçukluların adına Hasankeyfe egemenlik kuran Musanın öldürülmesi ile Hasankeyfi ele geçirdi. Böylece Hasankeyf Artuklu Devletinin temelleri atılmış oldu. (1101 - 1132). Hasankeyf Artukluların dışında Mardinde (1108 - 1408), Harputa (1185 - 1233) yılları arasında Artuklular Hüküm sürmüşlerdir.

Suriye, Mısır ve Yemende güçlü bir devlet kuran Eyübiler, gerek Mardin gerekse Hasankeyf Artukluları ile ilişki içerisinde olmuşlardır. 1232 yılında Eyübüler tarafından ortadan kaldırılan Hasankeyf Artukluları tarihçesinden silinmiş, olanların yerine Hasankeyfte Eyübüler dönemi başlamış oldu.

Moğulların doğuyu istila etmesiyle bölgede Moğol - İlhanlı egemenliğini görmek mümkündür. Timurun kazandığı başarılar bölgedeki devletlerin Timurun eğemenliğini kabul etmeğe zorladı. Timurdan sonra bölgenin hakimiyeti için Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Eyübi Devletinin mücadelesi baş gösterdi. İran yaylasında güçlü bir devlet kuran Safeviler XVI. yüzyılın başlarında bölgeye hakim oldular.

Sefevilerin doğadaki faaliyetlerinden rahatsız olan Osmanlı Devleti doğu ile ilgilenmeye başladı. Anadolunun doğu toprakları için Sefevi - Osmanlı mücadelesi başladı 1514 yılında Çaldıran savaşında Sefevi güçlerini yenip Amasyaya dönen Yavuz Sultan Selim, İdrisi Bitlisiyi doğu anadolu halkını Şah İsmaile karşı ayaklandırmakla görevlendirdi. İdris-i Bitlisinin faaliyetleri sonucu halk Sefevilere karşı direnç gösterdi ve 1517 yılında yıkılışına kadar bölgede Osmanlı Devleti dönemi başladı.

XIX. yüzyılın başlarında Diyarbakır, Mardin sancağına bağlı Midyat kazasının bir nahiyesi olan Gercüş, 30 Mayıs 1926 yılında ilçe statüsünü kazanarak Mardin iline bağlandı. 16 MAYIS 1990 tarihine kadar Mardin iline bağlı bir ilçe olan Gercüş, bu tarihte bakanlar kurulunun aldığı kararla yeni bir il statüsü kazanan Batmana bağlandı. Gercüş, halen Batman iline bağlı bir ilçe olarak teşkilatlanmadaki yerini almaktadır.

10 Mayıs 1926 yılına kadar Midyat ilçesine bağlı bir köy iken; bu tarihten sonra ilçe statüsüne kavuşmuştur। Gercüş adının ceviz memleketi anlamına geldiği sanılmaktadır.Önceleri Diyarbakırdan Şama giden yol buradan geçtiği için eski adının Şahmar olduğu söylenmekte dir. İlçeye bağlı Hisar, Arıca, Kırkat ve Yamanlar gibi tarihi M.Ö. sine dayanan yerleşim yerleri mevcuttur.Tarihi ile ilgili fazlaca yazılı bilgi ve belge mevcut değildir.18.07.1987 günü Batmanın il olması ile birlikte Batmana bağlanmıştır.

KOZLUK GENEL BİLGİLERİ
Eski adıyla Hazo ve Hazzo olarak bilinen Kozluk İlçesi, Batman ilinin kuzeydoğusunda ve Batman’ a 60 Km mesafede, Kozluk (Hazo) kalesinin etrafında kurulmuş eski bir yerleşim yeridir.
Kozluk ilçesi 1514 yılında Osmanlı yönetimine geçmiş olup, Cumhuriyetin ilk yıllarında Sason ilçesine bağlı bir nahiye iken 1938 yılında Kozluk adıyla ilçe olmuştur. 1990 yılına kadar Siirt iline bağlı iken 1990 yılında il olan Batman’ a bağlanmıştır.
İlçemiz, Batman ilinin kuzeydoğusunda 1168 Km2 alana kurulmuş olup rakımı 890 metredir. Doğusunda Bitlis ve Siirt illeri, batısında Diyarbakır ili, kuzeyinde Sason ilçesi, güneyinde Beşiri ilçeleri ile çevrilidir. Arazi yapısı itibariyle kuzeyi ve güney doğusu yüksek sarp dağlarla kaplı olup, güneyde Dicle vadisine, batıda Batman çayına doğru ovalıktır. İlçenin iklimi kışları sert ve yağışlı , yazları sıcak ve kurak geçer. En soğuk ayları Ocak-Şubat, en sıcak ayları Temmuz ve Ağustos’tur.

0 yorum: