şansını mı denemek istiyorsun? öyleyse, rastgele bir yazıyı okumaya ne dersin?

ÇANKIRI

Çankırı'nın Tarihi

Çankırı'nın adı, Batılı kimi gezginler tarafından "Çangırı" ya da "Çengiri" biçiminde yazılmıştır. Kent eski Gangra adlı kentin yerinde kurulmuştur. Önceleri Paphlagonia'ya bağlıydı. Sonra Pontus devletine, ardından da Galatia'ya bağlandı. Galatia hükümdarı Deiotarus, Gangra'yı merkez yaptı. M.Ö. 25'te Roma imparatorluğunun topraklarına katılan yöre, Bizanslılar zamanında bir ara sürgün yeri idi. Kimi kaynaklarda anılan Germanikopolis kentinin Gangra olduğu sanılıyor. Emeviler zamanında İslam orduları birkaç kez saldırdılarsa da bu kaleyi ele geçiremediler.
Çankırı ve çevresi, 1071 Malazgirt zaferinden sonra Danişment oğullarınca ele geçirildi.
Selçukluların Malatya'da tutsak edilip Niksar kalesine kapattıkları Antakya hükümdarı Bohemond'u kurtarmak için 1101'de İstanbul'dan yola çıkan Raymond de Toulouse komutasındaki Haçlı Ordusu Ankara'yı aldıktan sonra Çankırı'ya yöneldiyse de kaleye giremediler. Amasya yakınlarında Selçuklu ordusuyla karşı karşıya gelen Haçlı Ordusu, bozguna uğradı. 1134'te Bizans İmparatoru Ioannes Komnenos şiddetli çarpışmalardan sonra kaleyi ele geçirebildiyse de, o döndükten sonra Danışmendliler kenti geri aldılar. Daha sonra yöreye Selçuklular egemen oldular. I. Murad zamanında Çankırı ve çevresi Osmanlı topraklarına katıldı. Timur, 1402'de Çankırı'yı eski sahiplerine verdiyse de, 1439'da I. Mehmet geri aldı.
Osmanlı döneminde yönetim bakımından anadolu eyaletine bağlı bir Livanın merkezi olan Çankırı, Cumhuriyetin ilanından önce Kastamonu vilayetine bağlı bir sancağın merkezi idi. Kurtuluş Savaşı sırasında İnebolu üzerinden İstanbul'dan Ankara'ya yapılan malzeme ve insan naklinde Çankırı önemli bir aracı merkez rolünü oynamıştır. Cumhuriyet döneminde il merkezi haline getirilmiştir.
19. yüzyılın sonunda yaklaşık 16 bin olduğu tahmin edilen nüfusunu, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında 10 binin altına düştüğü görüldü. (1927'de 8.847). Ancak 1940'da 10 bini yeniden aşabilen (10.235) nüfus 1970'te 25 bini geçti (26.124). 1990'da da 45.496'ya ulaştı.
İlin merkezi olan Çankırı kenti, Kızılırmak'ın kolları Acıçay ile Tatlıçay'ın birleştiği yerde kurulmuştur. Deniz yüzeyinden 700-800 m. yüksekliktedir. Çankırı çok eskiden bir kale kentiydi. Kent, sonraları sırtını kaleye dayayarak, güneye doğru yayıldı. Günümüzde, Tatlıçay'ın her iki yakasına serpilmiş durumdadır. Kalenin eteklerindeki mahalleler, kentin çekirdeğini oluşturur. Bu mahalleler dar sokaklıdır. Kentin yeni kesimleri ise, daha modern görünüşlüdür.

Coğrafi Konumu

Orta Anadolu'nun kuzeyinde, Kızılırmak ile Batı Karadeniz ana havzaları arasında yer alan Çankırı, 40° 30' ve 41º kuzey enlemleri ile 32° 30' ve 34º doğu boylamları arasında yer almaktadır. İlin komşuları batıda Bolu, kuzeybatıda Karabük, kuzeyde Kastamonu, doğuda Çorum ve güneyde Ankara ile Kırıkkale'dir. Denizden yüksekliği 723 metre olup, ülke topraklarının %o 94'lük bölümünü oluşturan toplam 7.388 Km²'lik bir alana sahiptir.

İklimi, Bitki Örtüsü ve Yabani Hayat

Çankırı'da genellikle İç Anadolu ya özgü iklim etkisi görünmektedir. Merkez,Ilgaz ve Yapraklı ilçelerinde kışlar serin, yazlar ılık geçerken, Çerkeş ilçesinde kışlar soğuk, yazlar ise serin geçmektedir.
İlin en fazla yağış alan ilçesi, Yapraklı'dır. Yapraklı'da hemen hemen her mevsim yağış gözlemlenir. Merkezden, güneye doğru gidildikçe iklim ve bitki örtüsünde değişiklik ve zayıflama görünmektedir. Araştırmalar sonucu, il topraklarının 2-3 yıl öncesine kadar bazı tuzlu bölgeler hariç, ormanlarla kaplı olduğu belirlenmiştir. Ne var ki, tarla açmak amacıyla yapılan bilinçsiz kesimler, hayvan otlatmak için ormanlardan yararlanılması, müdahale imkanı olmayan orman yangınları ve iklim değişiklikleri yüzünden, bu orman bölgelerinin büyük çoğunluğu yok olmuştur.
İlin, bütün bu tahribattan sonra geriye kalan ormanları, Ilgaz ilçesi başta olmak üzere Elaman, Eğirova, Ovacık, Düvenlik, Ilısılık, Yapraklı, Sarıkaya, Karakaya ve Erikli Dağları ve çevresindedir.İldeki bitki örtüsünün üst florasını oluşturan iğne yapraklı ağaçlar, özellikle de karaçam, sarıçam, ardıç, meşe, ladin ve köknar gibi orman ağaçlarıyla ahlat ve kızılcık ağaçlarıdır. Bitki örtüsünün alt florasında ise hububat, yemlik ve yemeklik baklagiller ile ayrıkotu, devedikeni ve yumak gibi bitkiler bulunmaktadır. Ayrıca akarsular boyunca söğüt ve kavak ağaçları ile zengin meyve bahçelerine de rastlanmaktadır.
İlde rastlanan başlıca av hayvanları, kurt, tilki, tavşan ve sincaptır. Uzun yıllar düzenli mücadele edilmediği için, yaban domuzu sayısından belirgin bir artış olmuştur. Fakat son yıllarda yapılan düzenli ve etkin mücadeleler nedeniyle, yaban domuzu sayısında belirgin bir azalma sağlanmıştır.

Toprak Yapısı

Genellikle çıplak dağlarla kaplı olan Çankırı toprakları, şiddetli erozyon tehdidi altındadır.Bu yüzden il toprakları, tarımsal amaçla kullanılmamaktadır.Bu topraklar sadece hayvan otlatmada kullanılır.
Çankırı ili sınırları içerisinde alüvyal, kolüvyal, kestane renkli, kahverengi orman ve kireçsiz kahverengi orman toprakları olmak üzere toplam beş tür toprak bulunmaktadır.

Kültürü

Çankırı’nın, Çankırılı’nın kültür yapısı, gelenek ve görenekleri, kültürel altyapıyı oluşturan folklorik öğeleri incelendiğinde büyük bir birikimin olduğu görülür. Bu birikimin temelinde uzun yıllar boyunca bu topraklarda yaşamış olan çeşitli milletlerin izleri vardır. Diğer taraftan asırlardır bu topraklarda yaşayan Türkler, kökleri anayurtları olan Orta Asya’ya uzanan bir takım adet ve ananelerini yaşatmayı ve gelecek kuşaklara bırakmayı başarabilmişlerdir.
Türklerin Çankırı ve civarını fethetmesinden bugüne kadar geçen süreçte bölge işgale uğramamış, etnik yapısının temelini oluşturan ağırlıklı Türk nüfusta hiçbir değişiklik olmamış, ticaret yollarından ve limanlardan uzakta oluşu sebebiyle de bölge insanı çok kültürlülükten daha çok tek- kültürlü bir toplum olma özelliğini korumuştur.
Çankırı, olanakların kısıtlı olmasına ve altyapı yetersizliğine rağmen kültürel etkinliklere sürekli sahne olan bir şehrimizdir. İl Kültür Müdürlüğü’nün öncülüğünde ve çeşitli kurumların katkılarıyla konser, tiyatro, gösteri, panel vb. etkinlikler düzenlenmekte, Çankırılılar'ın sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışılmaktadır.
Bu çalışmalar doğrultusunda, 1998 yılında ilde 2 açık oturum, 14 toplantı, 7 gösteri, 5 konferans, 4 panel, 1 seminer, 3 sempozyum düz enlenmiş, 2 kurs ve 11 sergi açılmış, 13 tiyatro oyunu sahneye konmuş ve 3 konser gerçekleştirilmiştir.
Çankırı’da kültür hareketlerinin bir merkezi de kütüphanelerdir. Halen il genelinde bulunan 10 kütüphane ile bir gezici kütüphane, okuyucularına başta ödünç kitap verme olmak üzere her türlü hizmeti sunmaktadır.
100. Yıl Kültür Merkezi’nde bulunan Çankırı Kütüphanesi ise 40.000’e yaklaşan kitap koleksiyonu ile hem Çankırılı kitapseverlere, hem de öğrencilere geniş olanaklar sunmaktadır. Kütüphanede bulunan 112 adet yazma eser ise koruma altına alınmış olup araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. Merkezdeki kütüphane dışında Eldivan, Şabanözü, Atkaracalar, Bayramören, Çerkeş, Kurşunlu, Ilgaz, Orta, Korgun, Kurşunlu ve Yapraklı kütüphanelerinde de okuyucular kitapla buluşmaktadır.

YARAN nedir

Çankırı Yaran'ını yani sohbet alemlerini anlatmaya geçmeden önce, bu sosyal müessese ile irtibatı olduğu bilinen Ahilik müessesesinden birazcık bahsetmenin yerinde olacağını zannediyoruz.
İnsanların birbirlerine kuvvetle itimat etmeleri ve birbirlerini dil, din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeksizin sadece "kul", "insan" oldukları için sevmeleri gibi temel kaidelere dayanan Ahiliğin, pek çok bakımdan Çankırı Yaranı ile alakalı olduğu bilinir.

Şöyle ki; Ahiliğin, bilinen altı şartı vardır. Bu altı şart, "açık" ve "kapalı" olmak üzere iki*ye ayrılır. Açık olması gereken "alın, kalp ve kapı" dır. Ki, alın açıklığından, başkalarının yanında yüz karası bulunmamak, kalp açıklığından her insana sevgi beslemek, kapı açıklığından da kendi*sine yardım istemeye gelen ve muhtaç olan herkese kapısını açık tutmak kasdedilir. Kapalı olması gerekenler ise "el, dil ve bel "dır. El'in kapalı olmasından kasıt, hiç kimsenin hak ve hukukuna tecavüz etmemek, dil'in kapalı olmasından kasıt, hiç bir kul hakkında kötü söz söylememek, dedikodu yapmamak, bel'in kapalı olmasından kasıt ise, hiçbir ferdin namusuna tecavüz etmemektir. Dil konusunda ayrıca, "sır saklamanın da şart olduğu" kasdedilmektedir.

Ahilik-Yaran:

Ahilik-yaran müesseselerinin aralarındaki en açık ve sağlam birlik, şüphesiz ki "dil" kapalılığı şartıdır. Bunun yanında el ve bel kapalılığı ile açık olması gereken alın, kalp ve kapıaçıklığı şartları da birbirleri ile olan sıkı bağını ortaya kaymaktadır. Ki, Yaran teşkilatı*nı anlattığımızda bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Burada hemen şu netice açığa çıkıyor ki, Ahilik teşkilatı içinde, "feta"lar yani genç ahi*lerin yetiştirilmesinde esnaf teşkilatları gündüz vazifesini yerine getirirken sohbet teşkilatı yaran ile de mensuplarının gece hayatlarına olan hakimiyetini koruyordu. Yani yaran da esnaf teşkilatları gibi ahilik müessesesi içinde ele alınabilir. Çankırı sohbet alemleri, yalnız Türkiye içinde değil, bütün dünya için oldukça ilginç bir sosyal müessesedir. Bu sohbetlerde ahlaka aykırı hiçbir unsur bulunmamaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Ahilik, erlik esaslarına dayanan bir müessese idi. Bunun için her ahinin sofrası, eli ve kapısı açık, gözü, dili ve beli kapalı olması kesin şart idi. Ki bu esaslardan ilham alarak teşekkül ettirildiğine inandığımız Çankırı Yaran Sohbet*lerine katılan yaranın da bu şartları taşıdığını biliyoruz. Çankırı Yaran Sohbetleri geçmiş dönemlerde bir terbiye ve edip ocağı olarak vazife gör*mekte idi. Anne ve babalar erkek çocuklarını terbiye edilmelerini edep ve erkan öğrenmelerini sağlamak için yaran sohbetlerine gönderirlerdi.
Bunun için Çankırı'da hala söylenen Dede Korkut'a ait bir atasözü vardır.

"Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi,
Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi”

Sohbet Odaları:

Çankırı yaran sohbetinin özel bir odası bulunur ve odaların planı tipik Çankırı mahalli ev mimarisi özelliğini taşımaktadır. Sohbet odasının tavanı işlemeli, şerbetlikleri sanat eseri olur.
Sohbet odasına daracık bir koridordan geçilerek girilir. Oda, uzunca ve büyük bir salon halindedir. Sohbet odasına girilen kapının tam karşısında “ocak” bulunur. Ocağın üst tarafında “şerbetlik” denilen ve lambaların konulduğu yer vardır. Ocağın karşı tarafında ve koridorun solunda ikinci şerbetlik vardır.Buraya da yine lamba ve sigara ile içerisinde sigaraların yakılması için ateş bulunan küçük bir mangal konulur. Sohbet odasının sağında bir basamakla çıkılan "şahnişin" yahut "şahinci" denilen ve üzerinde makatlar (sedir) bulunan özel bir yer vardır. Burada çalgıcılar oturur.
Odanın sol yanı sedirle döşenmiştir.Üst tarafında ise çok sayıda lamba, süslü tabak ve sahan gibi eşyaların konulmasına müsait özel bir yer bulunur. Görüldüğü gibi Çankırılılar sohbet odalarının oldukça süslü ve sanatlı bir şekilde dö*şenmesine özel itina göstermektedirler. Sohbet odalarının zevkli ve sanatkarane inşası yanın*da buralarda yapılan sohbet alemleri de tam bir zevk ve sanat şaheserleridir zaten.
Sohbet odasında 20-30, hatta 50 kadar gaz lambası yanar ve oda gözleri kamaştıracak derecede aydınlık tutulurdu.Şimdilerde aynı aydınlık, lamba yerine ampullerle sağlanmaktadır. Sohbetlere katılanlar, sohbete gelirken en temiz, en güzel elbiselerini giyerler. Her yer son derecede temiz olur. Ocak gürül gürül yanar. Ocağın sağ ve sol taraflarına yere "sevai-kutnu" minderler konulur ve buralara büyük ve küçük başağalar oturur. Sohbet odası, göze hitaben zengin ve çok çeşitli unsurları taşıyan sanat şaheseri durumundadır.

Sohbete İlk Teşebbüs:

Çankırı sohbetleri, mutlaka kış mevsiminde yapılır. Soğuk kış aylarında sohbet tertip etmek isteyen birkaç arkadaş bir araya gelirler ve bir sohbet alemi (teşkilatı) kurmak için sözleşirler. Bu arkadaşların hepsi aynı yaşta olurlar. Sohbetler, her yılın kış mevsiminde ve Aralık ayının 15'inde başlamak kaydı ile mevsim boyunca devam eder. Bir araya gelip teşkilatı kurmayı kararlaştıranlar, ilk önce Büyük Başağa ile küçük Baş*ağa ve Yaran Kahyası'nı seçerler.Seçilen bu sohbet idarecilerinin onayı alınarak ta, diğer yaran ve bir de çavuş seçilir.
Daha sonra çalgıcılar, sohbette yenilecek yemekler, yakılacak ışıklar tespit edilir. Yaran sayısı çavuş ve çalgıcılar hariç olmak üzere toplam 24 kişidir. Ki, bu sayının, 24 Oğuz Boyu'nu temsil ettiği söylenmektedir.

Yaran'ın Vazifeleri:

Sohbet teşkilatına katılacak olan herkese "yaran" denilir. Bunlar da üç yaş kısmına ayrı*lır. Bir kısmı 18-20 yaşlarındaki gençlerden, bir kısmı 30-35 yaşlarındakilerden, diğer kısmı da biraz daha yaşlılardan teşekkül eder. Son kısmı oluşturanların sayısı ise 5-6 kişiyi geçmez. Bunların vazifesi Büyük ve Küçük Başağaların gözcülüğünü yapmak olup, gençlerin başıboşluğuna meydan verilmemesini sağlamak ve her iki yaş grubunu da idare etmektir.Yani bunların vazifeleri bir ba*kıma sohbet meclisinin müşavere üyeleri olmaktır. Çünkü Başağalar meclisin işleyişini ellerinde tuttuklarından, birazcık baskı gösteren davranışları eğer gençlerin tahammül gücünün sınırını aşacak şekilde ise, son yaş grubuna dahil olanlar böyle durumlara müdahalede bulunabilirler. Buna rağmen, hiçbir yarandan da farkları yoktur.
Mecliste otururken yaş sırası esas olduğundan, yaşlılar Başağaların etrafında bulunurlar, en gençleri de en aşağıda oturur.
Her yaran diğer yaranın gözcüsü, hepsinin baş gözcüsü de Başağadır. Yaranın bir "Yolsuz" durumu görülünce, suçlu olana ihtar ve tembih görevi Büyük ve Küçük Başağa’nındır. Eğer aksaklığı onlar görmezse, ihtar ve tembih görevi çavuşa düşer. Ve bu ihtarlara itaat etmek şarttır. Aksi taktirde ceza verilir. Yaran, mümkün olduğu kadar arkadaşlarının ceza almasını gerektirecek hareketlerden kaçınır. Hatta yarandan birisinin bir kabahat işlediğini bir diğeri görse bile Başağaların bu durumu görmemesi için elden gelen fedakarlık gösterilir. Çünkü cemiyet içinde ceza görmek çok ağır bir durumdur. Öyleki; bazı suçların cezası memleketten sürülmeye kadar vardırılır.
Küçük Başağa, sohbetin güzel idaresine ve çalgıcıların yaranı şenlendirmek için her türlü maharetine, hal ve hareketine dikkat eder.Ocak sahipleri (sohbetin kurulduğu evin sahibi) ocak yaktıkları günün (sohbetin başladığı) akşamı, çalgıcılara yemek verir. Küçük Başağa akşama bir saat kala, yanında çavuş ve ocak sahibi olduğu halde eve gelir, noksanları tespit eder, gider. Akşam yemeğinde sadece ocak sahipleri bulunur. Yarandan ne bir kişi ve ne de başağalar bulunur. Şayet bulunacak olur iseler, ocak sahibi ve yemeğe gelenler de "erkan" edilir. Çünkü eşitliğin ihmal edilmemesi gerekir.

İlk Adap:

Ocak olduğu gece bütün yaran akşam ezanından bir saat sonraya kadar sohbet yapılacak eve gelmeye mecburdur. Eğer mazereti varsa biraz geç gelmesi gerekirse mutlaka Başağalardan birisine (genellikle Küçük Başağaya) bildirmesi lazımdır. Küçük Başağa yaranın hepsinden önce gelir ve yaran gelmeden bir kere daha eksiklikleri kontrol eder, varsa şayet,tamamlar. Her şey tamam olunca da köşesine diz çöküp oturur. Bu sırada çalgıcılar “Çuhacıoğlu Peşrevi” denilen peşrevi çalmaya başlarlar ki bu peşrev saatlerce de sürebilir.
Peşrev çalınırken, yaran da yavaş yavaş gelmeye başlar. Yaranın geldiğini ocak sahibi veya çavuş, "Başağam, yaran geliyor.." diye yüksek sesle haber verir. Kapıdan içeriye giren her yaran, odanın ortasında ve odada bulunan herkese, sağ elini göğsüne koymak suretiyle "selamünaleyküm” diye yüksek sesle selam verir. Büyük Başağa da, aleykümselam karşılığı ile selamını alır. Yeni gelen yaran, boş bulduğu sedir veya minderlerden birine iki dizi üzerine oturur.

Odaya Giriş:

Yaran ilk defa içeriye girerken başağalar dahil olmak üzere, bütün yaran ayağa kalkar. Yaranın toplu halde içeri girmesi caiz değildir. Her yaran geldikçe biraz bekler, kapıyı vurur, içeriye haber verilir, ayağa kalkış ve selamlaşmadan sonra yerine oturur. En son yaran geldiğinde bile içerideki bütün yaran aynı şekilde ayağa kalkıp selamlaşırlar.
Her yaran bu şekilde içeri girip oturduktan sonra, önce Büyük Başağa sonra da Küçük Başağa tarafındakiler ayrı ayrı “merhaba...efendi ağa..”derler. Bu merhabalar da sağ eller sol göğüs üzerine konularak yapılır. Gelen her yarana hemen bir kahve bir sigara ikram edilir. Kahve sigara ikramını yapan ocak sahibi veya çavuş, bu işi yaparken sol dizini yere koyup oturur vaziyeti alır.
Bu esnada bir başka yaran daha gelmiş ise, ayağa kalkmak gerektiğinden hemen iki kahve fincanı ve sigarayı yere koymak şarttır. Elinde kahve veya sigara ile ayağa kalkmak yasaktır. Bu şekilde bütün yaranın gelip yerini alması bir saat kadar sürer. Bu süre içinde herkes iki dizi üzerine oturur ve sakin bir şekilde peşrevi dinlenir, asla konuşmazlar.
Yaranın sonu gelip, herkes tamam olduğu zaman Küçük Başağa Büyük Başağaya "başağam yaran tamam olmuştur" diye bağırarak haber verir. Her iki başağa arasındaki ocak devamlı surette yanar ve güğümler kaynar.
Yaranın sayısına göre ocak sahibi tarafından fincan bulunması gerektiği için herkesin kahve*si aynı anda pişirilir, önce Büyük Başağaya sonra Küçük Başağaya ve sonra da Büyük ve Küçük Başağa tarafındaki yarana verilir. Bu kahve çalgıcılara verilmez. Kahve dağıtımı herkese yapıldıktan sonra bu durumu gözleyen Büyük Başağa fincanını ağzına götürür ve içmeye başlar. Dağıtım işleri tamamlanıncaya kadar kimse kahvesini içmez. Büyük Başağayı takiben Küçük Başağa ve sıra ile sağ ve sol taraftakiler birbirlerini takiben kahvesini içmeye başlarlar. Kahve içimi tamamlandıktan sonra yine aynı şekilde evvela Büyük ve Küçük Başağalar, sonra sağ ve sol taraftaki yaranlar fincanları iade ederler. Bu iş de yarım saat kadar sürer.

Oturma Adabı:

Kahve içildikten beş on dakika sonra küçük başağa büyük başağaya "Başağam, müsaade buyuru*nuz da biraz dizimizi kaldıralım" der ve Büyük Başağa da "münasiptir" diyerek sağ dizini kaldırır. Onu takiben Küçük Başağa ve sağ-sol taraftakiler ancak sağ dizlerini kaldırabilirler. Biraz sonra aynı şekilde sol dizleri için izin alınır ve sağ diz indirilip sol diz kaldırmaya müsaade edilir. Otururken ayak uzatmak, arkadaşına arkasını dönüp oturmak, bağdaş kurmak kesinlikle yasaktır.Yalnız, yoruldukça dizlerini veya yerlerini değiştirebilirler. Fakat yer değiştirmek için de her halükarda dışarıya çıkıp tekrar içeriye girerek boş bulduğu yere oturabilirler. Dışarı çıkmadan yer değiştirmek olmayacağı gibi çıkarken de arka arkaya çıkmak şarttır.
Oturma merasimi sona erdiğinde, sazlar da peşrevi değiştirirler. Fasılalar başlar. Yaran içinde eğer musiki bilen varsa, bunların bir kaçına küçük başağa işaret eder, onlarda aynı mera*simle dışarıya çıkarlar, tekrar gelir ve çalgıcıların oturduğu şahnişine geçerler. Şahnişinde oturmak birazcık serbest olduğu için bağdaş bile kurulabilir.
Yaranın da katılması ile saz heyeti (eskiden gırnata, santur, keman, oniki telli saz, darbuka sonraları ut) tamam olur. Çalgıcıların sohbetine devamı süresi içinde para ile çalmak üzere sadece sohbet için seçilirler. Çalgıcılar o gece kesinlikle bir başka yere gidemezler. Şahnişine geçen yaranlar ancak ses çıkaran aletlerden zili, defi, kaşık, zilli maşa gibi aletlerini çalabilirler. Yarandan hiçbirisi, çalgıcıların sazlarını bilseler dahi çalmağa izin alamazlar. Çünkü kesin surette yasaktır.

İlk Fasıl:

Ses çıkaran çalgılardan çalmak üzere şahnişine geçen yaranın da katılması ile tamam olan çalgı takımı ilk olarak "akşam oldu" gibi çok gürültülü bir şarkıyı çalmaya başlar. Devam ile "Yüzüğümün allı pullu kaşı var", "Evlerinin önü çepçevre avlu", "Aşkın çakmağını sineme çaldın", "Sabahın seher vaktinde görebilsem yarimi", "Girdim yarin bahçesine", "Kalk gidelim Karataşa Üzüme” gibi türküler söylenir.
Bu şarkı ve türküler gibi mahalli ve milli havalar, hemen hemen bir saat sürer. Bu esnada da ocak sahibinin ahbaplarından ve dostlarından oluşan misafirler de gelmeye başlar. Gelen misafirler şayet sohbet adap ve erkanını bilirse münasebetsiz durumlara rastlanmaz. Ocak sahibi tarafın*dan başağaya haber verilerek veya başağa tarafından bizzat davet edilen bu misafirler iki kısımdır. Bir kısmı sadece kahve içmeğe davet edilir. Diğer bir kısmı ise sabah vaktine iki-üç saat kala yenilen yemeğe kadar ağırlanırlar.

Misafirler:

Misafirlerin sayısı sınırlı değildir. Ocak sahibi istediği kadar davet edebilir. Ama çoğunun gelmediği bilinir. Misafir sohbet yerine geldiğinde, dışarıda bulunanlarca çavuşa yahut ocak sahiplerinden birisine haber iletilir. Haberi olan içeri girer ve büyük Başağaya hitaben ve herkesin duyacağı şekilde "Başağa misafir geliyor" diye haber verir ve hemen misafirin yeri hazırlanır. Şayet misafirin oturacağı bir yer yoksa, yarandan bir kaçı dışarıya çıkarılır.
Misafir odaya girişte, herkese hitaben, elini göğsüne koyarak "selamünaleyküm" diye selam verir. Bu sırada bütün yaran ayağa kalkar ve sadece yaranbaşı "aleykümselam" diye selamı alır. Misafir boş bir yere oturur. Hemen büyük başağa ve sonra küçük başağa tarafından başlayarak sağ ve sol taraftakiler sıra ile "merhaba" derler. Ardından, hemen sigara ve kahve ikram edilir. Yaran dan birisi misafiri hemen söze tutar, misafirin sohbet odasındaki noksan vaziyetleri tespit etmesine fırsat vermez. Şayet misafir, kazara tanımadığı birisinin yanına oturmuş ise o kişi hemen kalkıp dışarı çıkar. Tanıdığı birisi gelip oturur ve lafa tutar. Misafir öyle meşgul edilir ki bir yandan sazların türlü nağmeleri, bir yandan edilen lafların etkisiyle misafir ayrıldığı zaman bir tatlı hayalden öte hiçbir şey hatırlayamaz.

"Kalk Git" Kahvesi:

Saz faslı devam ederken, bitiş zamanını yaranbaşı veya küçük başağanın verdiği bir işaret tayin eder. Ve hemen misafire "kalk git kahvesi" denilen kahve verilir. Misafir kahvesini içince kalkar ve merasimle uğurlanır. Eğer misafir kahveyi içince kalkmaz ise, bu defa küllü bir kahve verilir. Kül boğazını gıcıklayacağı ve öksürteceği için, öksüren bir kimse de cemiyet içinde duramayacağından mecburen kalkar. Daha da gitmez ise misafirin ayakkabıları önüne getirilir. Şayet yine kalkmayı akıl etmez direnir ise kolundan tutup kapı dışarı edilir.Misafir eğer hürmet gösterilen bir zat ise saz takımı uğurlama sırasında "Cezayir Marşı”nı çalar.

Orta Oyunları:

Kahve misafirleri uğurlandıktan sonra kapılar kilitlenir, kapı dışına asılmış olan fenerler içeri alınır (şimdi dışarıdaki lambalar söndürülür) artık misafir kabul edilmez ve orta oyunları başlar.
Orta oyunlarına "yemek misafirleri" de katılabilir. Bu oyunların başlıcaları şunlardır.
1- Tura oyunu
2- Şildir şip
3- Yüksük oyunu
4- Samıt (samut, samt) oyunu
Tura oyunu oynanırken, önce bir tura yapılır, Büyük Başağının önüne konulur. Büyük Başağa bir beyit söyleyerek Küçük Başağanın ellerine turayı hafif hafif vurur. Küçük Başağa da aynı şekilde yaranın en yaşlısına vurur ve bu şekilde ******* beyitler ve o anda düzülen tekerlemeler söylenerek devam eder.
Bu şekilde vakit geçerken bir el şamdanına mum dikilir ve orta yere konulur. Herkes bu mumun etrafına halka olur diz üstü oturur. Ebe ne yaparsa herkes aynısını yapmaya mecburdur. Oyun yanıltma ve şaşırtmalar üzerine kurulmuştur. Yanılan veya ebenin yaptığını yapamayanlar cezalandırılır. Cezaların mahiyeti de genellikle kalkıp oynamaktan ibarettir. Bu sebeple sohbet yaranı mahalli oyunları bilmek zorundadır. Bu mecburiyet sebebiyle Çankırı mahalli oyunlarının herkes tarafından bilinerek yaşatılması sağlanmaktadır.
Ceza alanların oynamaları bütün yaranın yanılması tamamlanınca başlar. Oyunlar tamamen mahalli oyunlardır. Bazıları şunlardır. "Kömür gözlüm” "Mahi" "Genç Osman" "Kavağın dalın budadım yoluna canlar adadım"... gibi.
Oynamalar tamam olunca tekrar oturulur ve oyunlara devam edilir. En önemli oyunlardan biri*si hiç şüphesiz ki "Şildir şıp" oyunudur. Yine aynı derecede önemli olan diğer oyun ise "Samut" oyunudur ki bu oyuna girenler kayıtsız şartsız ebeye iradelerini teslim ederler. Ebe ne yaparsa aynısını yaparlar. Oyuncular birbirlerini çok şiddetli tokatlarlar. Hatta soyunup bir don ile kaldıkları olur. Yüzlerine karalar çalarlar. Soğuk kış gecelerinde kar altında kalırlar, eksi 15-20 derecede soğuk sulara girerler, yıkanırlar, sırtlarına buzlar yüklerler. Bu halde iken diğer sohbet ocaklarına giderler. Samut oyunu birkaç saat devam edebilmektedir.
Yüzük oyunu, diğerlerine nazaran daha tipik bir özellik taşır. Yaran bu oyunda iki tarafa ayrılır. Bir tarafa Büyük Başağa, diğer tarafa da Küçük Başağa başkanlık eder. Ortaya 11 parça mendil atılır. İyi yüzük saklayanlardan birisi bir tarafın önünde yüzüğü saklar. Sakladığı mendil ya ilk defada yahut en son kaldırılmalıdır.
Yüzüğü saklayanda maharet olduğu kadar, bulabilende de üstün bir zeka ve dikkat gerekir. Oyun, ellibir sayısında biter. Fakat saatlerce devam eder. Bir tarafın sayısı 26'yi geçince, öbür tarafa hücuma geçer. Hücum edenlerin eziyeti çok olur.

Oyunlardan Sonra:

Bu oyunlardan sonra Küçük Başağanın teklifi ile herkes yerine oturur, kahveler içilir. Bu esnada yarandan sesi güzel olanlar sadece saz ve tef eşliliğinde genellikle Mısır'ın Napolyon tarafından işgalini anlatan tarihi türkü, Sivastopol, Osmanlı-Rus Harbi, Kozanoğlu, Şam Hadisesi, 1312 Yunan Seferi, Sultan Aziz'e ait türküler ve Köroğlu gibi ezgiler söylerler. Bazen de kalın sesli bir yaran ile ince sesli bir yaran tarafından Arzu ile Kamber de söylenir.
Artık sabah yaklaşmak üzeredir. Ve son fasıl da saba makamında yapılır. Bu fasıl gazel, beyit koşma, kalenderi ve müstezatlardan ibarettir. Daha sonra yemek hazırlanmış olduğu için Küçük Başağa Büyük Başağaya yemeğin hazır olduğunu yüksek sesle duyurur. Merasimle eller yıkanır, sofra bezleri serilir ve herkes sofraya oturur. Yemekten önce gelmiş geçmiş yaranların ruhları için "fatiha" okunur. Yemekte pilav ortaya konulduğu zaman büyük Başağa çavuşa "Yollumuz yolsuzumuz var mı?" diye sorar. Çavuş da “Adettir başağam.” diye cevap verir. Bazen suçlunun önüne pilav içine kaşık dikilir.
Suçlu bu vaziyet karşısında zor dakikalar yaşar. Yemek bittikten sonra tekrar aynı merasim ile eller yıkanır, herkes yerine oturur. Kahve*ler pişerken, yaranın en yaşlısı herkese bir yemek ismi verir. Sonra Büyük Başağa bu isimleri söyleyerek sahiplerini kaldırır, oturtur. Sonunda birisi Büyük Başağanın yemek ismini söyler. Büyük Başağa da "Bütün yarana kalktım" diyerek herkesi ayağa kaldırır, sonra oturtur. Bu böyle bir kaç defa tekrar eder ve böylece yemeğin hazmı yapılmış olur.

Arap Verme Usulü:

Sohbette zilli maşa ile tefin ismi "Arap'tır. Bunlar, ortalığa, yani herkese aittir. Ocak kimde ise, yani sohbetin yapılacağı oda sırası kimde ise bunlar bütün hafta boyunca onda kalır. Çavuş, elinde uzun bir şamdan ile öne dikilir, Büyük Başağanın önüne gelir. 12 telli saz, gırnata, keman, tef, zilli maşa ve kaşıktan oluşan saz takımı çalıp söylemeye başlar:

Fakirim geldi meydane Başına bağlıyor astar
Elinde gül dane dane Başağam cemalin göster
Başağa izin kime Yaran sohbetin ister
Paşam sohbetin kutlu olsun Paşam sohbetin kutlu olsun
Yeniçeri yeniçeri Kalk gidelim bizim bağa
Belinde hançer bıçağı Selam verelim sağa sola.....
Ağa al arabı gir içeri Yaran başı, izin kime?
Paşam sohbetin kutlu olsun Et padişahım sohbetin kutlu olsun

Ardından, yarandan sırasını geçiren ile, sırası gelen ocak sahipleri Küçük Başağanın önüne gelince bir halka çevirerek otururlar. İki de kahve pişer. Şamdan da ortaya konulur (şimdi şamdan yoktur). Hep bir ağızdan şunlar söylenir.

Hacı hacı canım hacı yar malım yar
Başındadır altın tacı ah ağam ah
Sohbet tatlı sonu acı
İç paşam sohbetin şen olsun

"İç paşam" derken kahve yeni ocak sahibine uzatılır, geri çekilir, sonra tekrar uza*tılır verilir. Arkasından, sohbetin eziyeti ve ağır olduğuna dikkat çekilen nasihatleri dile geti*ren ezgiler okunur. Burada yemeklerin çok nefis olması gerektiğine dikkat çekilir.
Bir sonraki ocağı yakacak olan ev sahibine arap verilir ve bunların iyi muhafaza edilmesi*ni nasihat eden şu türkü söylenir.

Arap seni gezdirirler areyi areyi Arap seni beslesinler bal ile
Yazarlar aklar üstüne karayı Dört yanını sarsınlar gül ile...
ağa yaptı savdı sırayı Edep ile erkan ile yol ile
Et paşam sohbetin sırandan kalma Et paşam sohbetin, sırandan kalma

Çavuş ağa davet eder getirir
Kadir mevlam eksiğini yetirir
Başağalar her işleri bitirir
Et paşam sohbetin, sırandan kalma

Bu esnada kahveler verilir. En son olarak ta şu beyit söylenir:
Git çarşıya yağın acısın alma Akşama kadayıf geceye helva..

Bütün bu deyişler ile ocak sahibine vazifeleri teker teker sıralanmış ve sayılmıştır. Evinin sağlam olması, baş ağaların her türlü zorlukları halletmesi, edep erkan dairesinde ocakların yakılması, hatta pilav yağının bile acı olmaması gerektiğini sıkı sıkı tembihlemiştir.


Muhakeme Usulleri:

Çalgıcılar da dahil olmak üzere yemek misafirleri giderler. Bunları küçük Başağa kapıya kadar uğurlar. Odada yarandan ve çavuştan başka kimse kalmaz. Perdeler iner, kapılar kilit*lenir, hatta dinleyen var mıdır diye dışarısı iyice gözetlenir. Çünkü artık yaranın "sır" saatleri başlamıştır. Muhakemenin son derece gizli tutulmasına bilhassa dikkat edilir.
Daha beş on dakika önce neşeli kahkahalar atılan sohbet odasına ani bir sakinlik ve sessizlik çöker. Suçluların benizleri uçmuş haldedir. Şayet o hafta hiç suçlu (yolsuz) yok ise bir aşr-ı şerif okunur, gelmiş geçmiş yaranın ruhlarına fatiha çekilir.
Geçen bir hafta içinde yarandan birisi hata işlemiş ise ( mesela sarhoşluk, fahişeye gitmek, arkadaşlarına karşı edepsiz davranışta bulunmak... gibi) bunu bilen gören varsa muhatap olan var ise hemen ayağa kalkar. Arkası kapıya yüzü ocağa dönük olarak kapıya gider, sonra gelir ve Büyük Başağaya eğilerek selam verir. İki diz üzerine çöker, meydanda oturur.

Büyük Başağa:

"-Ne dileğin var... ağa?" diye sorar. O da "... ağadan davacıyım " der demez, adı anılan hemen ayağa kalkar ve evvelki yaptığı hareketlerin aynısını tekrarlayarak, davacının sol tara*fına iki diz üzerine oturur.
Davacı olan şahıs davasını açıklar. Gerekirse şahitler dinlenir. Suç sabit olduğu takdir*de, Büyük Başağaya hitaben "-başağa, ne diyorsunuz" diye sorar.Küçük Başağa da "-Madem ki bu işi .... ağa yapmış yolsuzdur ve erkanı lazım gelir" diye mütalaasını açıklar.
Büyük Başağa, önce kendi tarafındakilere, sonra da Küçük Başağa tarafındakilere sorar. Kimisi lehte, kimisi aleyhte iddia ve beyanı onayladıktan sonra, ekseriyetle veya ittifak ile yargılanan şahsın masumiyetine veya mahkumiyetine karar verilir. Hüküm Büyük Başağa tarafından ilgiliye “yolsuzluğunuz görülmemiştir” veya "..... sen bu işi işlediğinden dolayı erkansın.." diye tebliğ edilir. Karar kesin olup itiraz söz konusu değildir.
Davacı kalkar evvelki yerine, yolsuz çıkan da şahnişine oturur. Yolsuz çıkanın dostlarından birisi şahnişine geçerek "Yolun açmaya beni vekil ettin mi?" diye sorar O da "Vekilimsin" der. Vekil de evvelkilerin merasimini aynen tekrar ederek, Başağanın huzuruna diz çöker oturur:
"-Başağa ... ağanın yolunu açacağım.. Her ne emrederseniz yapacağım" der. Başağa da Küçük Başağaya "... ağanın yolunu açalım, filan gün bütün yaranı hamama götürsün, tıraş ettirsin, hamam*da yağlı yedirsin, çalgı getirsin, akşam da evine götürsün.. Yarana takım yemeği yedirsin, gece yemeği de versin..." diyerek çok ağır bir ceza hükmü verir. Yapmazsa şayet, sohbetten ihraç memleketten ihraçtan daha ağır bir cezadır. Çünkü "sen iyi bir adam olsaydın, sohbetten kovulmazdın" şeklinde insanın değerlendirmesi yapılır... Hatta, bu yüzden memleketi kendi isteğiyle terk edip gitmek zorunda kalanların bile olduğu anlatılır. Öyle ki bu tür cezaların getirdiği sosyal bir nizam ahengi vardır ve her yaranın en ufak bir kötülük yapmaktan daima kaçınır. Şayet elinde olmayarak yapmış olsa dahi, sohbete intikal etmemesine azami dikkat gösterirler.

Şayet, cezalının cezası hafif ise Küçük Başağa:

"-Başağa, hamamı bağışlayınız" ricasında bulunur. O da etrafına danışır ve uzun süren mütalaadan sonra ceza, bir defaya mahsus olmak üzere affedilirdi.
Şayet suçlu biraz serkeş ise yolunu açmazlar; ta ki yolunu açıncaya kadar ne dava eder, ne de kendisinden dava olunur ne de müzakereye iştirak ederdi. Her müzakerede yaran diz çöktüğü zaman bu da şahnişine geçer, yalnızca muhakemeyi dinler. Eskiden yolu açılıncaya kadar ocak ta vermezler, ocağa da davet edilmezmiş...

Başağaların Muhakemesi:

Başağaların erkanı, çok zaman yaran üzerindeki hak riyasetini hakkıyla yerine getirememesinden, yaranın herhangi bir ferdinin şerefine lakayt kalmasından, yani yaranın ilk gelişinde ayağa kalkmamak, "merhaba" dememek, umum kahvelerini yaranın tamamı almadan içmek, yarana karşı dürüst hareket etmemek, misafirlere kayıtsız kalmak gibi hallerinden kaynaklanır. Eğer Başağalar dan biri*si yolsuzluk yapar ise, hakkında aynı şekilde dava açılır. Aynı akıbetler Başağalar için de geçerli olur. Mahkemede tarafsız hareket etmezlerse, yahut müşterek suç sahibi bulunursa, her ikisine de dava açılır. Bu davayı aralarında reissiz hallederler. Eğer yaran hükmüne başağalar itiraz ederlerse, o sırada memlekette kaç tane yaran varsa, bunların en yaşlı Büyük Başağalarına, mahkum başağalar yaranın haksızlığından dava ederler. Böyle davalarda başağaların ikisinin de mahkum olması şarttır. Yalnız, Küçük Başağa ise Büyük Başağa; Büyük Başağa ise, Küçük Başağa dışarıya duyurmaksızın davayı halleder.
Dava olunan başağa o sene ne kadar sohbet varsa onların büyük ve küçük başağalarını bir yerde toplar, mahkum başağaların yaranına haber gönderirler. Onlardan davacılarla beraber 7-8 yaran da dinleyici sıfatı ile beklerler. Mahkum başağalar dertlerini yeni heyete arz eder, onlar da olayı tetkik ederler. Yaran yolsuz ise yaranın tamamı, yaranın tamamı haklı ise başağalar yolsuz çıkar (erkan ederler). Bu erkanı mahkum başağalar kabul ederler ise taraflarından vekil gönderir*ler. Bu vekillerin taahhütleri ile yaranın yeniden hükmedeceği cezayı gelecek ocağa kadar yerine getirirler. Sonra da sohbet mevkilerine geçer otururlar.
Davalı başağalar müşterek başağaların verdiği hükmü kabul etmezlerse, Esnaf teşkilatının reisi olan Ahi Baba'ya müracaat ederler idi. Ahi Baba'nın verdiği hüküm kati ve hüküm de "yollu" yahut "yolsuz" diye neticelenirdi. Şimdilerde Ahi Baba olmadığı için davalar bu derece uzatılmamaktadır.

Yarandan Evlenenler Olur İse:

Yarandan birisi evleniyorsa, baş donanma gecenin canlılığı, güveyi gezdirmesi yarana aittir. Düğün yanaştığı vakit evlenen zengin ise yaran ve evlenen fazla masraf eder. Başdonanması gecesi hizmet ve damadı eğlendirmek yarana ait olduğundan, gerek başağalar, gerek yaran canı gönülden çalışır, her hizmeti hallederler.
24 kişilik yaran ekibi, kayıtsız şartsız damadın emrindedir. Baş donanma gecesi sabaha kadar yaran ayrılmaz, ertesi gün hamamda yine aynı şekilde beraberdirler. Hamamdan sonra da beraber gezerler, gerdeğe kadar ayrılmazlar.

Başağaların Ocak Yakması:

Başağaların yaran üzerindeki fiili tesirleri sohbetin bitimine kadar devam ettiği gibi bazen de senelerce sürer. Haklarında ömür boyu bir hürmet beslenir.
24 kişilik yaran heyetinden ikisi başağalığa, ikisi başağa yamaklığına, üçü çalgıya ayrılır ki son beşi ocak yakmaz. Sadece çalgıcıların ücretini öderler. Çalgıcılar sohbet sonuna kadar tutulur. Yedi kişi bu şekilde ayrılınca, geriye kalan on sekiz kişi dokuz hafta, iki hafta da başağalarınki olmak üzere sohbet onbir hafta devam etmiş olur.

Küçük Başağanın Sırası Gelince
Küçük Başağaya ocak yakma sırası gelince, bütün yaranı hamama götürmek, tıraş ettirmek, hamamda yağlı yedirmek, çalgı ile gezdirmek, akşam ve gece takım yemeği vermek şarttır. Önceden aralarında "fazla masraf yaptırmamak" sözü verilmiş ise, o gün öteden beri oturdukları yerde topla*nırlar. Tıraş olurlar, hamam ve diğer masraflar yapılmaz.
Büyük kısmı mor fesleri üzerine allı yemeni sararlar. Al renkli kumaşlardan mintan giyerler. Bellerine de Acem ve Trablus şalvarı sararlar. Bacaklarında zıpka, sırtlarında cepken olduğu halde ikişer ikişer dizilerek yollarını çarşıya tesadüf ettirmek suretiyle "Kuşhaneye" çıkarlar. Orada gırnata ile şen havalar çalıp, türküler çağırarak eğlenirler ve daha sonra ocak evine gelirler.

Sıra Büyük Başağada İse
Büyük Başağaların ocağında da aynı hareketler yapılır. Küçük Başağa ne yaptı ise Büyük Başağa da bunun iki mislini yapar.

Sona Doğru:

Sıra küçük Başağaya gelince, dava usulleri kalkar. Artık cezalar yoktur. Fakat üç ay devam*lı bir harekete alışmış olan bir şahıs tabi ki bir günde huyunu değiştiremeyeceğinden, dışarıya karşı mahcup olmamak için bu üç aylık disiplinin tesiri tabii bir müddet daha muhafaza ederler.
Artık kendilerine serbestlik verilmiş iken dahi eski disiplini bozamazlar, bozmak isteyen olsa bile hemen önüne geçerler. O gecelerde birbirlerine karşı daha şen ve bağlı bulunurlar.

Son Geceleri, Veda:

Sohbetin son gecesi olan Büyük Başağanın ocağında aynı tertip üzerinde hareket edilir, gece yemeğinden sonra (bu yemek hemen hemen sabah ezanına yakın verilir) misafir kalmaz. Sadece yaran ve çalgıcılar kalır. O sırada herkes ayağa kalkar. Sazlar Cezayir Marşı'nı vurur. Bu marş Çankırı'da hüzün ve matem ifade eder. Ayrılık gecesi olduğu için yaranda bir hüzün başlar. Marşı ayakta dinlerler. Bu sırada Küçük Başağa yerinden ayrılarak Büyük Başağanın önüne çöker. İki elini öper. Büyük Başağa da onu alnından öperek kucaklaşırlar.
Küçük Başağa yerine çekilir. Büyük ve küçük Başağa tarafındaki yaran sıra ile büyük ve küçük başağaların elini öper ve kucaklaşırlar. Sonra birbirlerini öperek kucaklaşır veda merasimi yaparlar.
Cezayir Marşı'nın hüzünlü havasının uyandırdığı ve ayrılığın verdiği tesirle zayıf kalpli olanlar ağlamaya başlarlar. Bunu takiben, hepsi birden ağlamaya başlarlar.

Sohbetin Son Buluşu:

Doksan gün gibi uzun bir müddet başağaların baba şefkati ile yaranı idare etmeleri ve yaranın kardeş muhabbeti, gece-gündüz bir arada bulunmaları ruhlara derin tesirler bırakacağı için bu ayrılık herhalde matem havası içinde gerçekleşir. Bu şekilde veda merasimi biter bitmez doksan gün hizmetlerinde bulunan çavuşağa gelir, cümlesinin ellerini öper. Çalgı da marşı keser ve sıraya girerler. Başağa birer kahve ısmarlar. Sohbet esnasında geçirdikleri günleri anmakla, sağ olurlarsa gelecek sene yine bu şekilde sohbet yiyeceklerini ve şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra bir*birleriyle kardaş gibi görüşüp sevişmelerini ve birbirlerinden dava esnasında kırılanlar var ise haklarını helal etmelerini isterler.
Bu nasihat devresini de takiben, bir “Aşr-ı Şerif” okunur, "Fatiha" çekildikten sonra, sohbet sonbulur..........www.yaranlar .diyarı.com dan alıntıdır.

GEZGİN:
http://www.kenthaber.com/Photos/Iller/Cankiri/cankirilgaz.jpg Çankırı'da turizm hareketleri daha ziyade iç turizme açılmış, ancak yeterince tanıtılmama nedeniyle dış turizme açılamamıştır. Oysa başta Ilgaz Dağı olmak üzere doğal ve termal çekiciliklerimiz bulunmaktadır.
ÇANKIRI MÜZESİ: Anıt Alanı'nın kuzeyinde yeralan 100. Yıl Kültür Merkezi'nin 2. Katında bulunmaktadır. Müzede; Eski Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2500), Hitit Dönemi (M.Ö. 2000-1000), Frigler (M.Ö. 1.binin ilk yarısı), Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri eserleri sergilenmektedir. Teşhir salonunda arkeolojik ve etnografik eserler bir arada, taş eserlerin bir kısmı ise bina dışında teşhir edilmektedir. Arkeoloji bölümünde Eski Tunç, Hitit, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait pişmiş topraktan kaplar, kemik, cam, boncuk, bronz aletler ve süs eşyaları, gözyaşı ve koku şişeleri, tıp aletleri, ağırşaklar, kandiller, iğneler, yüzük kaşları ve çeşitli heykel parçaları; Etnografya bölümünde ise Çankırı ve çevresine ait çeşitli dokumalar, el işlemeleri, hat sanatı örnekleri, baskı kalıpları, kıyafetler, silahlar, süs eşyaları ile günlük hayatta kullanılmış çeşitli eşyalar bulunmaktadır Salonda, Kurtuluş Savaşı'nda İnebolu -Kastamonu-Çankırı-Ankara hattında cephane taşımış tarihi bir kağnı da yer almaktadır. Cam eserler sergi salonunda Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli eserler sergilenmiş, bina dışında ise çeşitli medeniyetlere ait aslan heykelleri, mezar siterleri, mil taşları, mimari parçalar, yazıtlar ve zahire küpleri teşhir edilmiştir.
ÇANKIRI KALESİ: Şehrin kuzeyinde küçük bir tepe üzerine kurulmuştur. Romalılar, Bizanslılar, Danişmentliler, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde sağlamlığıyla ünlü yapıdan günümüze, birkaç sur kalıntısından başka birşey kalmamıştır. Dörtgen planlı olan kalenin surları moloz taş ve tuğla karışımıdır. Eteklerinde bulunan dereden itibaren 150 metre yükseklikteki kalede, yerleşim yeri ve pişmiş toprak kap kalıntıları, Roma dönemi kaya mezarları ile Çankırı Fatihi Emir Karatekin Bey'in türbesi bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ağaçlandırılan kale halen, ziyaretgah ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır.
EMİR KARATEKİN BEY VE TÜRBESİ: Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan'ın Anadolu'nun fethi ile görevlendirdiği komutanlarından biri olan Emir Karatekin Bey, önceleri Turhal ve Zile civarı beyi olmuş, sonraları ise Sinop ve Çankırı'nın fethi için görevlendirilmiştir. 1074 yılında Çankırı'yı fetheden Karatekin Bey ölümüne kadar burada görev yapmış olup, türbesi Çankırı Kalesi'nde bulunmaktadır. Türbe Danişmentliler dönemi eserlerinden olup, tuğla ve moloz taştan inşa edilmiş, yalın bir yapıdır. İçinde 4 adet sanduka bulunmaktadır. Mimari özelliğinden ziyade Emir Karatekin Bey'in Türbesi olduğu için önem arzetmekte ve ziyaretçi çekmektedir.
TAŞMESCİT (CEMALETTİN FERRUH DARULHADİSİ) Çankırı'da Selçuklu Döneminden kalma en önemli yapıdır. Bu eser sanat tarihi bakımından olduğu gibi plastik sanatlar açısından da ilgi odağı niteliğindedir. Şifahane kısmı, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Keyhüsrevoğlu I. Alaattin Keykubat zamanında Çankırı Atabeyi Cemalettin Ferruh tarafından miladi 1235 yılında yaptırılmıştır. Şifahaneye 1242 yılında bir de Darulhadis kısmı ilave edilmiştir. Bunun için ayakta olmayan Darüşşifanın moloz taştan yapıldığı yıkıntı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Darulhadis kısmı ise kesme taştan yapılmış olup, bütünüyle ayakta kalmıştır. Bu yapının plastik sanatlar bakımından önemi ise üzerinde yeralan 2 adet figürlü parçadan meydana gelmektedir. Bunlardan biri sürekli yayınlara konu olmuş ve üzerinde durulmuştur. 100x25 cm. Ebatlarındaki bu kabartmanın özelliği, gövdeleri birbirine dolanan 2 ejder (yılan) motifidir. Ejderlerin başları birbirine karşılıklı gelecek şekilde biçimlendirilmiştir. Günümüzde "Tıp Sembolü" olarak kullanılan kabartmanın orjinali kaybolmuş olup, aslına uygun olarak yaptırılan yenisi yerine konulmuştur. Halk arasında su içen yılan olarakta isimlendirilen 2. Parça diğerinin aksine alçak kabartma şeklinde olmayıp, başlı başına bir heykel görünümündedir. Darulhadis de kullanılan gözenekli taştan yapılmış olan parça kupa şeklinde olup, gövdesine bir yılan sarılmakta ve üst kısmında uzantı yaparak sonuçlanmaktadır. Bu motif ise günümüzde "Eczacılık Sembolü" olarak kullanılmakta ve halen Çankırı Müzesi'nde sergilenmektedir.
BÜYÜK (ULU-SULTAN SÜLEYMAN) CAMİİ: Mimar Sinan dönemi eserlerinden olan cami, Büyük Osmanlı Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile Sadık Kalfa tarafından inşa edilmiştir. Sülüs Hat ile yazılı kitabesinde; "Buyurdu yapmaya isna yılında Bunu Sultan Süleyman tali-ül hayr. Münadi görecek hayretle hatmin, Didi tarihi ya cami-ul hayr" yazılıdır. 1522 yılında başlayan inşaatın 1558 yılında tamamlandığı bilinmekle birlikte neden bu kadar uzun sürdüğü konusunda bilgi bulunmamaktadır. Kare planlı olan cami üzerinde, ortada bir büyük tüm kubbe ile bu kubbenin dört tarafında birer yarım kubbe bulunmaktadır. Duvarları ve mihrabı kesme taş, kubbe üstleri kurşun kaplıdır. Caminin içi rokoku üslubu ile süslenmiş araları hat örnekleri ile bezenmiştir. Mihrap istilaktitlidir, zengin bir görünümü vardır. Mimberi taştan yapılmıştır. Kürsüsü köşeli ve gövdesi yuvarlaktır. Kapı süveri mermer olup, kemerleri kilit taşı, içleri oluklu konsol halinde çıkarılmıştır. Son cemaat yeri dört sutuna dayanan üç kubbe ile örtülü ve iki tarafında istalaktitli mihrap nişleri bulunmaktadır. Merkez İlçede Mimar Sinan Mahallesi'nde bulunan eser 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilmiştir.
MEDRESELER: Osmanlı Döneminde, ülkenin her tarafında olduğu gibi Çankırı'da da okumaya ve ilme büyük önem verilmiş ve bir çok medrese kurulmuştur. Buğün Büyük Camii'nin doğusunda bulunan Çivitçioğlu Medresesi ile Buğdaypazarı Camii bahçesindeki Buğdaypazarı Medresesi XVII. yüzyıldan günümüze kadar ulaşan eserlerdendir.
http://www.kenthaber.com/Resimler/2004/08/02/cann.jpg HACI MURAD-I VELİ ve VELİ TÜRBESİ: XII. yüzyılda Türkistan'dan gelerek Hicaz, Şam. Ve Urfa dolaylarında bulunduktan sonra Tosya ve Çankırı bölgesine yerleşen Aliyyülbüka'nın oğludur. Türbesi Eldivan İlçesine bağlı olan Seydiköyü'nde bulunmaktadır. Türkistan alimlerden ders alarak yetişen Hacı Murad-I Veli, 1187 yılında Seydiköyü'ne yerleşerek çevreden gelenlere ders vermiştir. Çocukları da babaları gibi alim yetişmiş ve halkın eğitimi ile meşkul olmuştur. Köyün üst kısmında bulunan türbe, camii ile beraber aynı yapı içerisinde olup moloz taştan yapılmış ve ahşap çatı ile kapatılmıştır. Yalın bir yapı olan camii ve türbe mimari açıdan önemli bir özellik taşımamakla birlikte Horasan Erenlerinden olan Hacı Murad-I Veli'nin makamı olması sebebiyle çok sayıda ziyaretçi çekmektedir.
SAKAELİ KÖYÜ KAYA MEZARLARI: Genel olarak Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu tahmin edilen bu mezarlar, Çankırı'ya 69 Km. mesafedeki Orta İlçesi'nin 8 Km. kuzeydoğusunda yeralan Sakaeli Köyü'ndedir. Köyün sırtını dayandığı tepenin güneyde dik inen yamaçları ile Devrez Çayı arasında kalan dar bir şeritte, güneybatı-kuzeydoğu istikametinde sıralanan yapı grupları yer almaktadır. Çakıl taşlı tortul kayaç özelliği taşıyan tepenin yere yakın oyukları, önü kapatılmak suretiyle köy halkı tarafından değişik maksatlarla kullanılmaktadır. Çeşitli yükseklik ve boyutlardaki oyuklar, tek tek birbirine geçilen, basamakla inilen iki odalı bölmeli, aydınlatma pencereli özellikler göstermektedir. Kare, dikdörtgen, daire planlı, düz, kubbe ve semerdam tavanlıdır. Duvarlara açılmış küçüklü büyüklü nişler, mezar odası ve ikamet amaçlı olarak kullanılmıştır. Bir kısmının girişleri kemerli ve içlerinde ölü sedirleri mevcuttur. 1,5x1,5 m. ile 10x10 m. arasındaki değişken taban ölçüleri 2-3,5 m. arasında değişen tavan yüksekliklerine sahiptirler. Oyuklar arasında 27 basamakla inilen bir sulu in de bulunmaktadır. Devrez Çayı'nın akıntısı istikametinde ve köye 2 Km. mesafedeki Gelin Kayası mevkiinde peri bacası oluşumları ve aralarındaki kaya mezarları, ilgi çekici görünümler meydana getirmektedir.
CENDERE (SALMAN) HÖYÜK: Ilgaz İlçesi'nin güneydoğusunda, Çankırı-Kastamonu karayolunun kenarında bulunan Cendere Köyü'ndedir. 20-25 m. yüksekliğinde bulunan Höyük'ün tepesi düzdür. Çevresinde bulunan tarım arazilerindeki çalışmalar ve kaçak kazılar sonucunda yüzeye yayılmış pişmiş topraktan mamul parçalardan; Höyükte yoğun olarak Roma ve Bizans dönemi yerleşiminin çok daha eski çağlara uzandığı tahmin edilmektedir. Bölgedeki anıtsal yapılar, Devrez Çayı'nın güneyinde kayalık, yüksekçe bir tepenin doğuya bakan yamaçlarındadır. Burada çok sayıda insan eliyle oyulmuş mağaralar, kaya mezarları, kaya kilisesi olabileceği tahmin edilen tapınak ve amacı tam olarak bilinmeyen oyuklar bulunmaktadır. Burasının, dini törenlerin yapıldığı ve muhtemelen Höyükle bağlantılı, kutsal kabul edilen alanlardan olduğu tahmin edilmektedir. Kaya tapınakları, ulaşım yollarının geçtiği sarp ve dar geçitlere, kervanların, talancı eşkıyadan korunması amacıyla ibadet ve dua etmek için yapılmıştır.
ÇANKIRI EVLERİ: İl genelinde 57 tanesi Merkez İlçede, 3 tanesi Çerkeş İlçesi'nde olmak üzere 60 adet ev, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu tarafından tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Bunların dışında Bayramören, Ilgaz ve Yapraklı ilçelerinde de klasik Türk mimarisi tipinde çok güzel halen kullanılan evler bulunmaktadır. Çankırı Evleri genelde iki katıdır. Birinci kat kışlık olarak kullanılmaktadır. Günlük hayatın geçtiği bu kısım sade ve kullanışlı olarak planlanmıştır. Yemek yapmak ve yemek, oturma ve yatma ortamı için düşünülmüştür. İkinci katlar ise manzaralı ve gösterişlidir. Misafir ağırlamak ve yazın kullanılmak üzere yapılmıştır. Genel olarak kesme taş su basmanı üzerinde ahşap çatkı arası kerpiç dolgu kullanılmak suretiyle yapılmış olan evlerde, toplumun ekonomik ve bölgenin jeolojik yapısının etkili olduğu görülmektedir. KIRKPINAR YAYLASI (ILGAZ) Ilgaz İlçesi sınırları içerisinde yeralan yayla 1650 m. rakıma sahiptir. Çevre köylere ait 32 adet yayla evi bulunan Kırkpınar Yaylasında 150x350 m. ebatlarında bir de gölet yer almaktadır. Çevresi sarıçam, karaçam, köknar ağaçlarıyla ve çayırlarla çevrili olan yayla, kolay ulaşımı, nefis manzarası, temiz havası, göleti ve bol su kaynaklarıyla günübirlik ziyaretçilerin dışında atlı ve yaya yürüyüş, manzara seyri, kamping, karavan, fotografçılık, dağ yürüyüşü gibi turizm türlerine son derece elverişlidir. Yaylaya, Ilgaz-Kastamonu karayolunun 10. Km. batıya ayrılan 10. Km. stabilize bir yolla ulaşılmaktadır. Yayla Ilgaz'a 20, Çankırı'ya 70 Km. mesafededir.

CAMİ-MESCİTLER:
Sultan Süleyman (Ulu Cami) Camisi (Merkez)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/03/00027556.jpg Çankırı Mimar Sinan Mahallesi’nde bulunan Sultan Süleyman Camisi’ni, Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Sadık Kalfa 1522-1558 yıllarında yaptırmıştır. Bu cami Mimar Sinan’ın üç yarım kubbeli camiler planı düzeninde yaptırılmıştır. Cami, 1936 yılında depremden zarar gördüğünden ötürü yenilenmiş ve özelliğini kaybetmiştir. Caminin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile bir kitabesi bulunmaktadır;

“Buyurdu yapmağa isna yılında
Bunu Sultan Süleyman tali-ül hayr
Münadi görecek hayretle hatmin
Didi tarihi ya cami-ul hayr”

Cami kare planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca bu kubbe dört tarafındaki yarım kubbelerle tamamlanmıştır. İbadet mekanını örten kubbe birbirlerine ve duvarlara yuvarlak kemerlerle bağlı dört paye üzerine oturtulmuştur. Girişin önünde dört sütunun taşıdığı üzerleri kubbeli üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinde, girişin iki yanında stalaktitli birer mihrap nişi vardır.Girişin önündeki bölüm diğer iki yan bölümden daha yüksek tutulmuştur. Giriş ekseninin karşısında bulunan mihrap stalaktitli olup, oldukça güzel bir işçilik göstermektedir. Minber taştan, kürsüler ve köşeli gövdede iyi bir taş işçiliği dikkati çekmektedir.

Caminin duvarları kesme taştan, kapı söveleri mermerden yapılmıştır. Caminin yanındaki minare dörtgen bir kürsü üzerinde kesme taştan yuvarlak gövdelidir. Caminin içerisi XIX.yüzyıla ait rokoko üslubunda bitkisel motiflerle bezenmiş, bunların arasına da yer yer Kuran’dan alınan yazılar yerleştirilmiştir. Caminin içerisindeki bezemede geometrik, örgü, yılan ve ejder motifleri orijinal camiden kalmıştır. Burada dikkati çeken bir özellik de Selçuklu mimarisinde çok sık rastlanılan yıldız motiflerinin uygulanmış oluşudur.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 1992 yılında bu camiyi restore ettirmiştir.

İmaret Camisi (Merkez)

Çankırı İmaret Mahallesi’nde bulunan İmaret Camisi, kitabesinden öğrenildiğine göre Candaroğlu Kasım Bey tarafından 1397 yılında yaptırılmıştır. XVII.yüzyılda harap olan bu cami yeniden yapılırcasına onarılmıştır. 1916 yılında yapı yeni bir onarım geçilmiş ve mimari özelliğinden uzaklaşmıştır.

Cami kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Kesme taştan olan minaresi de yıkılma tehlikesinden ötürü yıkılarak yeniden yapılmıştır. Caminin haziresinde Osmanlı dönemine ait mezar taşları bulunmakta olup, bunlar arasında Candaroğlu Kasım Bey’in, eşi Çelebi Mehmet’in kızı Sultan hatun’un mezarları bulunmaktadır.

Ali Bey Camisi (Merkez)

Çankırı Ali Bey Mahallesi’nde bulunan bu cami yazıtından öğrenildiğine göre 1609 tarihinde Ali Bey tarafından yapılmıştır.

Çankırı’daki Ulu Cami’den sonraki ikinci taş yapıdır. İlk yapı bütünüyle yıkılmış ve sonradan yeniden yapılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlı caminin üzeri trompların taşıdığı merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Alçıdan mihrap ve minberinde bezeme bulunmamaktadır. Caminin uzun kenarlarında alt sırada dikdörtgen çerçeveli üçer, üst sırada da alçı şebekeli üçer penceresi bulunmaktadır. Caminin minare kaidesi kesme taştan olup, gövdesi çok köşeli tuğladandır.

Cami Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yakın tarihlerde restore edilmiştir.

Yeni Cami (Merkez)

Çankırı Mimar Sinan Mahallesi’nde bulunan bu camiyi Hacı Mehmet isimli bir kişi 1720 yılında yaptırmıştır. Günümüzde orijinalliğinden oldukça uzaklaşmıştır.

Kareye yakın dikdörtgen planlı cami moloz taştan yapılmış, üzeri de ahşap bir çatı ile örtülmüştür.

Mirahor Camisi (Merkez)

Çankırı Merkez ilçede, Karatekin Mahallesi’nde bulunan bu camiyi, 1797 yılında Tüfekçibaşı İsmail Ağa yaptırmıştır.

Yapılan onarımlar sonucu orijinalliğinden uzaklaşan cami, dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Mihrap ve minberi bir özellik taşımamaktadır.

Karadayı Köyü Camisi (Merkez)

Çankırı Karadayı Köyü’nde bulunan bu cami geç Osmanlı devri mimarisinin bir örneğidir. Banisinin ismi bilinmemektedir. Caminin güneydoğu duvarındaki bir kitabeden öğrenildiğine göre, 1821 tarihinde yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı, üzeri çatı ile örtülü bir yapı olup, mimari yönden bir özellik taşımamaktadır. Minber ve mihrabı oldukça sade ve basittir.

Eski Cami (Eldivan)

Çankırı Eldivan İlçesi, Gölez Köyü’nde bulunan bu caminin üzerindeki taş kitabesi okunamayacak derecede tahrip olduğundan ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Cami kare planlı olup, üzeri ilk yapılışında pandantiflerin taşıdığı bir kubbe ile örtülü idi. Ancak son cemaat yeri ile birlikte kubbesi de yıkılmış ve üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mihrabı orijinal yapıya ait olup, mukarnaslı ve taştandır. Mihrabın içerisinde geometrik desenler ve rozetler görülmektedir. Cami mimari yönden özelliğini yitirmiştir. Duvarları taştan yapılmış olup, kuzeybatı köşesine kare kaideli silindirik gövdeli bir minare eklenmiştir. Günümüzde bu minarenin kaide kısmından sonra bir bölümü yıkılmıştır. Cami harap bir durumdadır.

Aşağı Mahalle Camisi (Bayramören)

Çankırı Bayramören İlçesi Dalkoz Köyü’nde bulunan bu cami, XIX.yüzyılın ortalarında Alaybeyli Ali Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Mimari yönden herhangi bir özelliği bulunmayan cami, dikdörtgen planlı ve üzeri bağdadî ahşap bir kubbe ile örtülüdür. Minber ve mihrabı sade olup bezemesi yoktur. Son cemaat yeri ile kıble duvarına bitişik olan minaresi 1966 yılında yeniden yapılmıştır.

Ören Köyü Camisi (Çerkeş)

Çankırı Çerkeş ilçesi Ören Köyü’ndeki bu camiyi XVII.yüzyılın ilk yarısında Sultan IV.Murad’ın lalası Mirza Bey yaptırmıştır.

Yüksek bir kaide üzerindeki cami kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Duvarları kesme taştan, yer yer toplama taş ve tuğlalar da kullanılmıştır. Cami çeşitli dönemlerde onarım geçirdiğinden özelliğini yitirmiştir. İbadet mekanında ve mihrapta dikkati çeken bir bezeme görülmemektedir. Son cemaat yeri 1944’te yıkılmış ve yapı ile uyum sağlamayacak bir biçimde yenilenmiştir.

Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1958 yılında onarılmış ve minaresi yenilenmiştir.

Hacı Murad-ı Veli Camisi (Eldivan)

Çankırı Eldivan ilçesine bağlı Seydiköy’de bulunan Hacı Murad-ı Veli Camisi’nin ve yanındaki türbenin ne zaman yapıldıkları kitabeleri olmadığından bilinmemektedir. Hacı Murad-ı Veli’nin 1207 tarihinde öldüğü dikkate alınacak olunursa, türbenin daha önceki bir tarihte yapılan camiye eklendiği sanılmaktadır.

Cami dikdörtgen planlı olup, ahşap tavanlıdır. Türbe ile birlikte üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Moloz taştan yapılmış olan caminin kuzeybatı köşesinde tuğladan sekiz sıra kirpi saçaklı pahın orijinal olduğu sanılmaktadır. Cami çeşitli onarımlar geçirmiş olup, orijinalliğinden oldukça uzaklaşmıştır. Bu nedenle de mimari yönden herhangi bir özellik taşımamaktadır.

Karamürsel Köyü Camisi (Kızılırmak)

Çankırı Kızılırmak ilçesi, Karamürsel Köyü’nde bulunan bu cami 1879 yılında yaptırılmıştır. Kitabesi okunamadığından yapım tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Cami oldukça yüksek bir kaide üzerine dikdörtgen planlı olup, ahşap çatı ile üzeri örtülmüştür. Duvarlarında kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. İbadet mekanı ve mihrabında dikkati çeken bir bezeme görülmemektedir.

Doğu Mahallesi Camisi (Korgun)

Çankırı Korgun ilçesinde, Doğu Mahallesi’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIX.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır.

Cami kare planlı, üzeri bağdadi ahşap bir kubbe ile örtülüdür. İç mekanındaki duvarları ve kubbedeki kalem işlerini Tosyalı Ali Usta yapmıştır. Caminin son cemaat yeri ile minaresi bulunmamaktadır.

Pazar Camisi (Kurşunlu)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/03/00027559.jpg Çankırı Kurşunlu ilçesinin merkezinde bulunan bu caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XV.yüzyılda yapıldığı sanılırsa da minare kaidesindeki kitabesine göre 1717 yılında minaresi yaptırılmıştır.

Cami kare planlı, üzeri sekizgen bir kasnağın taşıdığı tuğladan basık bir kubbe ile örtülüdür. Mihrap stalaktitli olup, bunun dışında iç mekanda dikkati çeken bir bezeme görülmemektedir. Minarenin kesme taştan kaidesi olup, bunun üzerine çok köşeli gövdesi tuğladan yapılmıştır.

Dumanlı Camisi (Kurşunlu)

Çankırı Kurşunlu ilçesi Dumanlı Beldesi’ndeki bu cami, minaresindeki kitabeye göre XVIII.yüzyılda Şaban Ağa tarafından yaptırılmıştır. Batıda bulunan giriş kapısında, iç alınlığındaki kitabeden de Sultan Abdülmecid adına Çerkeş Kadısı Tosyalızade Ali Vefa Efendi 1897 yılında bu camiyi onarmıştır.

Cami kare planlı olup, üzeri bağdadi ahşap bir kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanına doğu ve batı cephelerindeki iki ayrı kapıdan girilmektedir. Duvarları kesme taştan yapılmıştır. Kıble yönündeki bir madalyon içerisinde de Abdülmecid’in bir tuğrası görülmektedir. Cami içersisindeki kalem işlerini XIX.yüzyılda Tosyalı Ali Usta yapmıştır.

Taşkaracalar Camisi (Kurşunlu)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/03/00027560.jpg Çankırı Kurşunlu ilçesine bağlı Taşkaracalar’da bulunan caminin minaresindeki kitabeye göre 1611 yılında yapılmıştır. Banisinin kim olduğu belli değildir.

Dikdörtgen planlı caminin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Duvarları moloz taş ile örülmüştür. Mihrap basit ve sadedir. İbadet mekanının üzerini örten ahşap ceviz tavanın ortasında yer alan sedefle işlenmiş Mühr-ü Süleyman motifinden başka içerisinde başka bir bezemesi bulunmamaktadır. Caminin yanındaki minaresi taş kaideli olup, yuvarlak gövdelidir.

Cambazzade Ahmet Efendi Camisi (Orta)

Çankırı Orta ilçesinde bulunan Cambazzade Ahmet Efendi Camisi’ni 1802 yılında Cambazzade Ahmet Efendi yaptırmıştır.

Kare planlı olan caminin üzeri sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş düz ahşap bir tavanla örtülüdür. Mihrabı oldukça sade olup, içerisinde dikkati çeken bir bezeme görülmemektedir. Mimari yönden bir özellik taşımamaktadır.

Dodurga Camisi (Orta)

Çankırı Orta ilçesinin dodurga beldesinde bulunan bu caminin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yanındaki çeşmenin kitabesinden ve caminin mimari yapısından XIX.yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılmaktadır.

Dikdörtgen caminin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. İç mekanı örten ahşap tavanda bulunan göbek dışında bir bezemeye rastlanmamaktadır. Aynı zamanda tavanın etrafını Kuran’dan alınmış bir yazı çevrelemektedir. Cami mimari yönden bir özellik taşımamaktadır.

Bayındır Köyü Camisi (Orta)

Çankırı Orta ilçesinin Bayındır Köyü’nde bulunan camiyi, 1889 yılında Ortaköylü Mustafa Usta yaptırmıştır.

Kare planlı caminin üzeri yüksek bir kasnak üzerine oturtulmuş bir çatı ile örtülüdür. Caminin ikinci katında bulunan kadınlar mahfiline ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır. Buradaki galeri camiyi çepeçevre kuşatmaktadır. Cami mimari yönden herhangi bir özellik göstermemektedir.


Yukarı (Ulu Cami) Cami (Şabanözü)

Çankırı Şabanözü ilçesi Sağlık Mahallesi’nde bulunan Yukarı Cami Beylikler döneminde, XIII.yüzyılda yapılan ahşap direkli camiler grubundandır.

Cami dikdörtgen planlı olup, mihrap yönüne dikey üç adet ahşap direklerle üç sahna ayrılmıştır. Sahınları birbirinden ayrılan ahşap direklerin üzerine kirişler atılmış ve bunlar ibadet mekanının üzerini örten ahşap tavanı taşımaktadır. Bunlardan orta sahın diğerlerinden daha yüksek yapılmıştır. Mihrap ve minberde bir orijinallik görülmemektedir. İbadet mekanında dikkati çeken bir bezeme elemanı bulunmamaktadır. 1977 yılında önündeki son cemaat yeri yapılan eklerle ibadet mekanına eklenmiştir.

TÜRBELER:
Karatekin Türbesi (Merkez)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/03/00027564.jpg Çankırı Kalesi içerisinde bulunan Emir Karatekin Bey Türbesi, Danişmendliler döneminde, XIV.yüzyılda yapılmıştır.

Türbe moloz taş ve tuğladan yapılmış olup, mimari yönden herhangi bir özellik taşımamaktadır. Türbe içerisinde Emir Karatekin Bey ve çocuklarına ait dört sanduka bulunmaktadır.

Şeyh Mehdi Türbesi (Merkez)

Çankırı, Merkez ilçesindeki Karataş Mahallesi’nde Kayabaş Mevkii’nde bulunan bu türbe Şeyh Mehdi’ye aittir. Şeyh Mehdi’nin doğum yeri ve tarihi konusu kesinlik kazanamamıştır. Bununla birlikte, 1154’te öldüğü bilinen Şeyh Mehdi’nin türbesi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki vakfiyesinden öğrenildiğine göre 1272 yılında yapılmıştır. Mimari yönden bir özelliği olmayan bu türbe halk tarafından ziyaret edilmektedir.

Hoşislamlar Türbesi (Atkaracalar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/03/00027565.jpg Çankırı Atkaracalar Türbesi, Dumanlı Dağları’nın eteklerinde olup, ilçeye 3 km. uzaklıktadır. Bu türbenin çevresine yakın tarihlerde cami, misafirhane, yemekhane, iki çeşme ve bir hela yapılmıştır.

Bu türbede gömülü bulunan Pir Hamza Sultan’ın Fatih Sultan Mehmet döneminde Horasan’dan geldiği ve burada bir mescit yaptırdığı bilinmektedir. Türbenin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Halk tarafından ziyaret edilmektedir.

Piri Sanî Türbesi (Çerkeş)

Çankırı Çerkeş ilçesindeki bu türbe aynı ismi taşıyan mescidin içerisinde bulunmaktadır. Türbe XVIII.yüzyılda yapılmıştır. Halk arasında Pirî Sani olarak tanınan Çerkeşli Hacı Mustafa Efendi, Halveti tarikatının Şabaniye kolunun önde gelenlerindendir. Çerkeş’te 1813 yılında ölmüştür. Şabaniye kolunun büyüklerinden ve Kastamonu’da gömülü bulunan Şeyh Şaban-ı Veli’den sonra geldiği için Piri Sani olarak tanınmıştır.

Kare planlı 5.00x5.00 m. ölçüsünde olup, üzeri bir kubbe ile örtülmüştür. Moloz taştan yapılmıştır. Sandukanın çevresi demir parmaklıklarla çevrilidir.

Hacı Murad_ı Veli Türbesi (Eldivan)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/03/00027566.jpg Çankırı Eldivan ilçesinde, Hacı Murad-ı Veli Camisi’nin yanında yer alan bu türbe, Hacı Murad-ı Veli’ye aittir. Yanındaki cami ile birlikte bu türbenin de ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Hacı Murad-ı Veli’nin 1207 tarihinde öldüğü dikkate alınacak olursa bu türbenin XIII.yüzyılın başında yapıldığı sanılmaktadır.

Türbe caminin doğu duvarına bitişiktir. Kare planlı ve ve üzeri kubbe ile örtülüdür. Türbenin ön kısmında ahşap tavanlı bölümde Hacı Murad-ı Veli’nin oğlu ve kızlarının sandukaları da bulunmaktadır. Ayrıca türbe içerisinde yörede kutsal sayılan iki göktaşı bulunmaktadır.

Türbenin mimari yönden bir özelliği bulunmamakla beraber halk arasında ziyaretgâh olarak önemlidir.

Fethiye Türbesi (Yapraklı)

Çankırı Yapraklı ilçesinde bulunan bu türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir. Türbe XVII.yüzyılda yapılmış olup iki katlıdır.

Kare planlı olan türbenin alt katında türbe, üst katında da kütüphane bulunmaktadır. Türbenin üzeri beşik bir tonozla örtülüdür. Üst kattaki kütüphanenin asıl girişi kuzey cephesinden olmasına karşılık, bugün güney cephesine bitişik pencereden açılan bir kapıdan girilmektedir. Kütüphanenin üzeri tromplu kubbe ile örtülü olup, dıştan sekiz kasnaklı olan kubbenin üzeri çatı ile örtülmüştür.

HAMAMLAR:

Karataş Hamamı (Merkez)

Çankırı Ali Bey Mahalle’sinde bulunan Karataş Hamamı Ali Bey Camisi bitişiğinde olmasından ötürü cami ile beraber aynı dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Ali Bey Camisinin 1609 yılında yapıldığı dikkate alınacak olursa ve hamamın mimari üslubu da XVII.yüzyıla işaret etmektedir.

Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamam plan tipine uygun bir yapıdır. Kadınlar ve erkekler bölümünden meydana gelmiştir. Soğukluk, sıcaklık ve halvet bölümlerinden oluşmaktadır. Yuvarlak kemerli bir kapıdan soğukluğa geçilmektedir. Soğukluk bölümünün üzeri merkezi kubbe ve yanlarda da yarım kubbelerle örtülüdür. Sıcaklık bölümü de Türk üçgenleri ile geçilen merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın dört köşesine de kubbeli halvetler yerleştirilmiştir. Hamamdaki kubbelerin hepsi sekizgen kasnaklar üzerine oturtulmuştur. Kadınlar bölümü de aynı plan düzenindedir. Günümüzde harap bir durumdadır.

Çarşı Hamamı (Ebcet Hamamı) (Merkez)

Çankırı Müflis Tepesi Mevkii’ndeki bu hamam halk arasında Ebcet Hamamı, kaynaklarda da Buğday Pazarı ve Çarşı Hamamı isimleri ile geçmektedir. Çankırı Mutasarrıfı Said Efendi tarafından XIX.yüzyılın başında yaptırıldığı sanılmaktadır.

Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamam plan düzeninde olup, kadınlar ve erkekler bölümü birbirine eş plan düzenindedir. Soğukluk, sıcaklık ve halvetten meydana gelmiştir. Soğukluk kısmı üç kubbeli olup, buradan ortası kubbeli yanları eyvan biçimli, tonoz örtülü sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklık köşeli bir kasnak üzerine oturan kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın köşelerinde kubbeli halvetler bulunmaktadır.


Çerkeş (Murat) Hamamı (Çerkeş)

Çankırı Çerkez ilçe merkezinde bulunan bu hamamı XVI.yüzyılda Sultan IV.Murad tarafından yaptırılmıştır. Bu nedenle de hamama Murat hamamı ismi yakıştırılmıştır.

Hamam, Osmanlı hamam mimarisindeki çifte hamamlar grubundan olup, kadınlar ve erkekler kısmından meydana gelmiştir. Her iki bölümün planları da birbirinin aynısıdır. Soğukluk, sıcaklık ve halvetlerden meydana gelmiştir. Soğukluktan geçilen sıcaklık pandantifli iki kubbe ile örtülüdür. Bunun etrafında eyvanlar ve halvet hücreleri vardır. Bunların üzerini örten kubbeler trompludur. Hamam moloz taş duvarlardan yapılmıştır. Günümüzde hamam harap durumda olup, deprem sonucu bazı bölümleri yıkılmıştır.

Ilgaz Hamamı (Ilgaz)

Çankırı Ilgaz ilçe merkezinde çarşıda bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Moloz taştan yapılmış olan hamam, soyunmalık, soğukluk, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzerleri kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın köşelerinde üzerleri kubbeli halvetler bulunmaktadır.

Kurşunlu Hamamı (Kurşunlu)

Bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Hamam değişik dönemlerde onarılmış ve özelliğini kaybetmiştir.

Moloz taştan yapılan hamamın üzeri tonoz örtülü bir soyunmalık bölümü ile tek kubbeli sıcaklık bölümü bulunmaktadır.

MEZARLAR:

Beşdut Kaya Mezarı (Merkez)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/04/00028075.jpg Çankırı Merkez ilçeye bağlı Beşdut Köyü’ndeki derenin iki yanına, kayalara oyulmuş mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan sütunlu olan mezar 10 m. eninde, 2. m. yüksekliktedir. Kare biçimindeki bir girişten sonra duvarları ve tavanı düz olan mezar odasına girilmektedir. Bunun hemen yanında 8x10 m. ölçüsünde dikdörtgen bir girişten sonra duvarları ve tavanı yine düz olan ikinci bir mezara geçilmektedir.

MÖ.VI.yüzyıla tarihlendirilen bu iki mezarın dışında yörede bunlara benzer kaya mezarları bulunmaktadır.

İndağı Kaya Mezarları (Ilgaz)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/04/00028073.jpg Ilgaz’ın güneydoğusunda Çankırı-Kastamonu yolunun kenarında 20-25 m. yüksekliğinde Salman Höyük bulunmaktadır. Kaçak definecilerin zarar verdiği bu höyüğün çevresinde Roma ve Bizans dönemlerine tarihlendirilen çok sayıda pişmiş toprak esere rastlanmıştır. Bunun dışında buradaki yerleşimin Roma döneminden çok daha eskiye gittiği sanılmaktadır. Höyüğün yakınlarında, Devres Cayı’nın güneyindeki kayalıkların doğuya bakan yamaçlarında da kaya mezarları, mağaralar bulunmaktadır. Bu mağaralardan bazılarının Hıristiyanlığın erken dönemlerinde dini amaçlı kullanıldıkları sanılmaktadır. Buradaki kaya mezarlarının yanındaki mağaraların bu amaçla kullanılması olasıdır. Bu mezarlarda irili ufaklı mezar odaları bulunduğu gibi çoğu zaman bunlarda insanların yaşadıkları buluntulardan anlaşılmaktadır. Mezarlar kare, dikdörtgen planlı, bazıları düz kubbeli ve semerdam tavanlıdır. Duvarlara açılmış olan irili ufaklı nişler mezar olarak kullanılmıştır.

Sakaeli Kaya Mezarları ve Peri Bacaları

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/04/00028074.jpg Devres Çayı’nın yakınında, Gelin Kayası Mevkiinde Sakaeli Köyü’nün sırtını yasladığı tepenin yamaçlarında bulunan mezarlar Roma ve Bizans dönemine tarihlendirilmektedir. Aynı zamanda tortul kaya özelliği taşıyan bu tepenin oyuklarını köylüler yakın tarihlere kadar değişik amaçlı kullanmışlardır. Gelin Kayası Mevkiindeki Peri Bacaları oluşumları ile bunların arasındaki kaya mezarları bir bütün oluşturmuştur.

Buradaki mezar odaları birbirlerinden farklı yükseklik ve genişlikte olup, birbirlerine geçişlerle bağlanmıştır. Bazen bu geçişler basamak şeklindedir. Mezar odaları kare, dikdörtgen planlı, kubbeli ve semerdam tavanlıdırlar. Duvarlarındaki irili ufaklı nişler mezar odası ve yaşam alanı olarak da kullanılmışlardır. Bu nişlerden bir tanesinde ölü sedirleri de günümüze kadar gelmiştir.

Gerdek Boğazı Kaya Mezarı (Çerkeş)

Çankırı Çerkeş ilçesi Gerdek Boğazı Mevkiindeki kaya mezarını ilk kez R.Leonhard bulmuştur. MÖ.VIII.yüzyıla tarihlendirilen bu kaya mezarı üçgen alınlıklı ve sütunlu bir girişten sonra üç odalı mezara geçilmektedir. Birbirleri ile bağlantılı olan bu mezar odalarının duvarlarında nişler bulunmaktadır. Bunlar iç içe dikdörtgen oyuklardan ibaret olup, üzerleri ağaç mimarisini andıracak şekilde kayaların oyulması ile hareketlendirilmiştir.


Karain Kaya Mezarı (Çerkeş)

Çankırı Çerkeş ilçesi Karakoyunlu Köyü’nün yakınındaki yüksek kayalıklarda bir kaya mezarı bulunmuştur. Bu mezar kayaların oyulması ile üç ve dört odadan oluşmuştur. Tarihlendirilmesinde kesin bir rakam verilememektedir.

SİVİL MİMARİ ÖRNEKLERİ:

Çankırı Evleri

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/05/00028228.jpg Çankırı sivil mimari örnekleri Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi yeni yapılanmadan ötürü yıkılarak ortadan kaldırılmıştır. Bununla beraber Kültür Bakanlığı Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu il merkezinde 79, Çerkeş’te 3, Ilgaz’da 11, Ilgaz Belören Köyü’nde 3 ve Yapraklı ilçe merkezinde 1 tane olmak üzere toplam 97 evi tescil etmiş ve koruma altına almıştır.

Çankırı evleri çok az ayrıntıları dışında Türk evi özelliklerinin tümünü bir araya getirmiştir. Bu evler zengin bir çeşitlilik sergilememekle beraber halkın ekonomik yapısına uygun olarak yapılmışlardır.

Çankırı evlerinin alt kat duvarlarında kesme taşlar kullanılmıştır. Ayrıca bunların arasına kerpiç dolgular ve ahşap çatkılar da yerleştirilmiştir. Duvar yüzeyleri alçı, toprak kireç karışımı bir sıva tabakası ile örtülmüştür. Yörede bu tür yapı üslubuna yeydene ismi verilmektedir.

Bu evler genelde iki katlı olup, birinci katlar kışlık olarak kullanılmıştır. Daha çok günlük yaşamın geçtiği yer olup, oldukça sade ve kullanışlıdır. Burada ev sakinleri yemek hazırlama, yeme ve oturmayı ön plana almışlardır. İkinci katlar daha manzaralı ve gösterişli olup, burada mutlak bir baş oda bulunmaktadır. Başodalar diğerlerine göre daha geniş ve ahşap işçiliği yönünden de oldukça zengindirler. Başodaların özellikle tavanlarına önem verilmiştir. Tavan göbeklerinde kök boya kullanılmış, bununla ilgili geometrik ve bitkisel bezemeler yapılmıştır.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/05/00028229.jpg Çankırı evlerinin ikinci katları çıkmalarla, eliböğründelerle dışarıya doğru açılmış ve odanın genişlemesini sağlamıştır. Bu kattaki odalarda sedirler ve yöresel dille makat denilen tahta sedirler yapılmıştır. Her odanın içerisine yüklük denilen tahta dolaplar yerleştirilmiş ve bunlardan bir tanesi gusülhane olarak kullanılmıştır. Odaların en görkemli yerine de alçıdan yapılmış ocaklar yerleştirilmiştir. Bunların kenarlarına da yöresel dilde şinanay denilen lamba veya mumluk konmak için raflar yapılmıştır. Bu odalardaki dolapların kenarlarına terece denilen ahşap küçük gözler açılmıştır.

Çankırı evlerinde cepheler güneye bakmakta, kuzey yönleri de soğuk iklimden ötürü genelde sağır olarak düz bırakılmıştır. Evlerin üst örtüsü bölgede yapılan oluklu kiremitlerle kapatılmıştır. Evlerde pencere sayısı genellikle çok azdır. Bunun da nedeni Çankırı’da uzun ve sert geçen kışlardan kaynaklanmaktadır.

Eski Çankırı evlerinde açık sofalı örneklere rastlanmaktadır. Sonraki dönemde, özellikle XIX.yüzyılda yapılan evlerde orta sofalar yapılmış ve birinci kattaki sofaların güney cepheleri kapatılarak kapalı sofalar şekline dönüştürülmüştür. Avlu kapıları Çankırı’ya özgü olup bunlar çift kanatlı olarak yapılmış, yörede çatal kapı olarak da isimlendirilmiştir. Ayrıca ev sahibinin mesleğine, zenginliğine göre yerli ustalar tarafından yapılan kapı tokmakları da birbirlerinden farklı şekiller göstermektedir.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/05/00028230.jpg Eski Çankırı evlerinin bulunduğu sokaklar dar ve Arnavut kaldırımı denilen moloz taşlarla kaplı idi. Bu sokaklardaki evler bazen bitişik nizamda, bazen de küçük aralıklarla birbirlerinden ayrılmış ve hepsinin arkasında birer bahçesi bulunmaktadır.

Çankırı evlerinden günümüze gelebilen örneklerin başında Yaran Evi (Coşkaralar Evi) gelmektedir. Çankırı sivil mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan bu ev Mimar Sinan Mahallesi Nar Çıkmazı Sokağı’ndadır.

Çankırı Cumhuriyet Mahallesi’ndeki Taş Mektep denilen yapı Osmanlı döneminin son yıllarında yapılmış bir yapıdır. Günümüzde Güzel Sanatlar Lisesi olarak kullanılan bu yapı okul olarak yaptırılmıştır. İki katlı ve kesme taştan yapılan Taş Mektep, Çankırı sivil mimarisinin son dönem eserlerinden bir örnektir. Ayrıca buna benzer bir başka örnek de Şabanözü ilçesinde okul olarak kesme taştan yapılmıştır. Günümüzde de okul olarak kullanılmaktadır.

MESİRE YERLERİ VE TABİAT VARLIKLARI:
http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/05/00028232.jpgÇankırı Merkez ilçesinin kuzeybatısındaki Tatlı Çay’ın iki yanında bulunan bahçeler ve şehrin güneyindeki Feslikan bahçeleri ilin önemli bir mesire yeridir. Ayrıca merkez ilçenin kuzeybatısında 5 km. uzaklıkta bulunan Orman Fidanlığı Mesiresi değişik ağaç ve süs bitkileri ile halkın dinlence yerlerinden birisidir.

Eldivan ilçesinin Bülbül Pınarı mesiresi başta çam olmak üzere meşe, yabani fındık, dağ kavağı ağaçları ile zengin bir bitki örtüsüne sahiptir.

Eldivan ilçe merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Bülbül Pınarı orman İçi Mesire yeri de ilçenin önemli bir mesiresidir. Mesire yeri dışında Karadere ve saray göletleri ile çeşitli su kaynakları bulunmaktadır.

Ilgaz ilçesine 20 km. uzaklıktaki Kadın Çayırı Orman İçi Mesire yeri küçük bir vadide olup, etrafı karaçam, sarıçam ve köknar ağaçları ile çevrilidir. Ayrıca Ilgaz’a 24 km. uzaklıktaki Çerkeş Ömer Fidanlığı Mesire yeri de oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Çerkeş ilçesine 20 km. uzaklıkta Çerkeş-Kızılcahamam yolu üzerinde bulunan Seybeli (Işık Dağı) Orman İçi Mesire yeri de ilin rağbet edilen mesire yerlerindendir.

Ilgaz Dağları Milli Parkı

http://www.kenthaber.com/Resimler/2005/10/05/00028236.jpgÇankırı ve Kastamonu il sınırları içerisinde bulunan 1088.61 hektarlık bölüm Milli Park olarak ayrılmıştır. Burası 1997 yılında da Bakanlar Kurulu tarafından “Kış Sporları Turizm Merkezi” olarak ilan edilmiştir.

Zengin bitki örtüsüne ve bol akışlı sulara sahip olan Ilgaz Dağlarında aşırı avlanmaya rağmen nesillerini sürdüren geyik, karaca, ayı, yaban domuzu, kurt, tilki, tavşan ve keklik gibi hayvanlar da yaşamaktadır.

Ilgaz Dağları’nın doruk mevkii, doğal güzelliğinin yanı sıra kış sporları için de önem taşımaktadır. Buradaki tesisler Milli Parkın sınırları içerisinde kalmakta olup, gelenlere hizmet verebilmektedir.

İLÇELERİ:
YAPRAKLI İLÇESİ

Yapraklı? nın tarihi, Çankırı tarihine paralel bir gelişme göstermiştir. Bu doğrultuda Çankırı ile beraber Yapraklı? nın da Hititlerden bu yana bir yerleşim yeri olarak kullanıldığı ve sırası ile Frigyalılıar, Persler, MakeYapraklı? nın tarihi, Çankırı tarihine paralel bir gelişme göstermiştir. Bu doğrultuda Çankırı ile beraber Yapraklı? nın da Hititlerden bu yana bir yerleşim yeri olarak kullanıldığı ve sırası ile Frigyalılıar, Persler, Makedonyalılar, Küçük Paphlagonyalılar ve Romalılar? ın egemenliğine girdiği bilinmektedir. İkizören beldesinde bulunan kubbemsi yapıdaki kaya mezarları Anadolu? daki Sümerler?in ve Frigyalılar?ın mezar yapılarına uygunluk göstermektedir. Ayrıca Topuzsaray ve çevre köylerde bulunan süs eşyaları ve heykellerin Frigyalılar? a ait olduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 323 yıllarında Yapraklı? nın da içerisinde bulunduğu doğusu Kızılırmak, Batısı Filyos ve Bolu Çayları, Kuzeyi Karadeniz, Güneyi Işık, Elden ve Bozkır dağları ile çevrili bölgede Paphlagonya hükümeti kurulmuştur. Daha sonraları Roma İmparatorluğu yönetimine geçen bölge M.S. 395 ? te imparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu yönetiminde kalmıştır. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Melik Danişment Ahmet Gazi? nin emiri olan Karatekin? e Çankırı ve Kastamonu yöresinin fethi görevi verilmiştir. Bunun üzerine Emir Karatekin ilk defa Aydos dağlarında ordugahını kurup fetih hazırlıklarına başladığında Bizans kuvvetlerinin gelmesiyle kuzeye doğru çekilmiş ve Yapraklı civarında karargah kurmuştur. Böylece Çankırı? dan da önce Eldivan ve Yapraklı çevresinin feth edildiği anlaşılmaktadır. Emir Karatekin ? in ölüm yılı olan 1106 yılana kadar Karatekin? in yönetiminde kalan bölge birkaç defa Bizanslılar?ın saldırılarına maruz kalmıştır. Son olarak 1132 yılında Bizanslılar?ın eline geçen bölge 1137 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesut tarafından yeniden feth- edilmiştir. 1402 yılında Yıldırım Beyazıt? ın Timur? a yenilmesiyle bu bölge Candaroğullarının topraklarına katılmıştır. Candaroğullarının Beyi İsfendiyar Bey?in Tosya, Yapraklı, Keskin ve Kalecik? i içine alan bölgeyi oğlu Kasım Bey? e vermesiyle Kasım Bey bu bölgede küçük bir beylik kurdu. Daha sonra Kasım Bey? in Çelebi Mehmed? in himayesine girmesiyle merkezi Çankırı olan bu beylik 1417 yılından itibaren Osman himayesinde yönetilmeye başladı. Kasım Beyi? in 1464 ? de ölümü ile Çankırı, Osmanlı yönetim düzeninde Anadolu Eyaletine bağlı bir sancak merkezi oldu. Cumhuriyet dönemine kadar Osman Yönetiminde devam eden Yapraklı başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber kaynaklardan edinilen bilgiye göre Osmanlı? nın sonuna kadar kaza merkezi olarak yönetildi. Bu konuda Sultan II. Beyazıd? ın annesi Gülbahar Hatun ?un 1482 tarihinde Büyük Yayla ve civarını Yapraklı halkının istifadesine yönelik vakfetmesinden sonra Hicri 1290? lı yıllarda dönemin mutasarrıfı tarafından söz konusu yerin vakfiye amacı dışında değerlendirilmek istenmesi üzerine dönemin padişahının fermanı ile bu müdahalesi bertaraf edilmiş ve bu yerin Gülbahar Hatun? un vakfıyesine uygun olarak Yapraklı halkının istifadesine bırakılmasına devam edilmesi buyrulmuştur. Bu padişah fermanında Tuht Kazası ifadesi kullanıldığından Miladi 1870? li yıllarda Yapraklı? nın kaza merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca araştırması Ali GÖKMEN?in Yüksek Lisans tezinden alınan bilgiye göre Tuht Kaymakamlığı? nın Kaza işleri Kangırı Mahkemesinde görülmekte idi. Hicri 1221 ( 1806 ) tarihinde Tuht kaimmakamı Hamizade Es-Seyyid Abdullah Efendi? nin vefatı ile yerine Koyuncuzade Es-Sayyid Abdullah Efendi atanmıştır. Bu zad daha sonra Kangırı Kaymakamlığını da uhdesine almıştır. Bu bölgede Sadat-ı Kiramın memnuniyetini sağlayarak görevinde kalması hususunda sicil tutulmuştur. Yine aynı kaynağa göre Çankırı sancağı miladi 1803-1808 tarihleri arasında 17 kazaya sahipti. Bu kazalar Kangırı, Tosya, Tuht, Çerkeş, Kargı, Buvara, Karıpazarı, Milan, Koçhisar, Kalecik, Şabanözü, Kurupınarı, Eğin, Boğaz, Kurşunlu ve Karacaviran idi. Osmanlıların son dönemlerine kadar Yapraklı kazasında çok sayıda medrese vardı Bu medreseler sebebiyle Yapraklı, bölgesinin eğitim-öğretim merkezi konumundaydı. Bu dönemde çok sayıda din ve bilim adamı yetişmiştir. Bu gerçek hala halk arasında kullanılan ? Çok okuyup da Tuht mollası mı olacaksın ? deyişiyle ifade bulunmaktadır. Cumhuriyetin ilanından sonra medreselerin kapatılmasıyla Yapraklı? nın bu özelliği de yavaş yavaş kaybolmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Sübyan Mektepleri açılmış, ilçe merkezinde 1928 yılında iki katlı ilkokul binası ve 1934 yılında köy çocuklarının da okuması için pansiyonlu okul açılmıştır. Cumhuriyetten sonra Çankırı? nın müstakil bir vilayet olmasıyla Yapraklı Çankırı' ya bağlı bir nahiye haline gelmiştir. Belediye Teşkilatı 1930 tarih ve 1850 sayılı Belediyeler Kanunu?nun yürürlüğe girmesiyle lağvedilmiştir. Daha sonra 1955 yılında Belediye Teşkilatı yeniden kurulmuştur ve nihayet 3 yıl sonra Yapraklı yeniden İlçe merkezi olmuştur. YAPRAKLI PANAYIRI Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber çok eski bir geçmişe sahip olan Yapraklı Panayırı 19. Yüzyıl sonlarına kadar yaşamış ve bölgenin ticari hayatına büyük katkı yapmıştır. Yapraklı? nın eski ipek yolu üzerinde bulunmasından dolayı yoğun bir talep gören panayır 1780 metre yükseklikte Yapraklı Yaylasında kurulurdu. Yapraklı İlçe merkezine 8 km uzaklıkta etrafı ormanla çevrili bu bölgede muhtelif su kaynakları yanında kırk filkeli panayır çeşmesi vardı. Bu çeşme Belediye tarafından onarılarak 33 çeşme haline getirilmiş bulunmaktadır. Eski kaynakların ifadesine göre her yıl Eylül ayında ve ayın bedir halinde (Dolunay) bulunduğu zamanda kurulan panayır ?Namazgah ? denilen mevkide topluca kılınan Cuma namazından sonra dualarla açılır ve Salı gününe kadar devam ederdi. Halen kalıntıları mevcut olan dükkanların sayısının 999 olduğu rivayet edilmektedir. Bu dükkanlar Hint? ten , Fas? tan, Mısır? dan, Suriye? den ve Anadolu? nun her tarafından gelen tacirlerin oluşturduğu baharat, kuyumcu, saraç ve diğer çarşılarda bulunurdu. Panayıra bir ay kala Çankırı civarındaki köylerin gençleri bir araya toplanarak kendi aralarında kafileler oluşturarak eğlence çıkarırlar ve yol güvenliğini sağlamak için yardımlaşmada bulunurlardı. Bu arada çocuklarda mahalle aralarında ateşler yakarak etrafında dizilir ve hep bir ağızdan , Boğaz düşkünü Yapraklı düşkünü Yapraklı? ya varamamış Anasına sakız alamamış. diye bağırırlardı. Panayırın başlamasına iki gün kala panayır yerinde çam dallarından bir daire-i hükümet kurulur, kadılar mahkemeyi kurarlar, eyalet valileri ve mutasarrıflar için çadırlar kurulur ve panayır günü valiler, mutasarrıflar ve kaymakamlar burada hazır olurlardı. Panayırın ve kervan yolunun güvenliğini sağlamakla Şabanözü? nün 11 köyünden gelen kimselerle Maraş tarafından getirilen ? Tabanlı Aşireti ? görevli idi. Bunların bu hizmetine karşı ?Milli Tekaliften ? (Vergiden) muaf olduklarına dair fermanın mevcudiyetini saltanatın panayıra yakın ilgisini göstermektedir. Başlangıç zamanlarında karşılıklı mal takası şeklinde yapılan ticaretin zamanla mal-para mübadelesine dönüştüğü ve hemen her çeşit eşya ticaretinin yapıldığı bilinen panayırda satılmak istenen mallar ? Manifaturacılar arastası, Bağdat çarşısı , Acem çarşısı, Atpanayırı ? gibi çarşılarda sergilenirdi. Ecnebi malların satılmadığı bu panayırda genelde Suriye ve Hint kumaşları, mercanları, incileri, at takımları, tabaka, ağızlık gibi gümüş takımlar, tokat alacası, yemenisi ve bakırı, Gümüşhacıköy? ün gümüşü Gürün? ün şal dokuması, Kastamonu bezi , Uzunova ve Çukurova ? nın katır ve hayvanatı rağbet görürdü. Kaygusuz Aptalın panayır ile ilgili şu dörtlüğü günümüze kadar ulaşmıştır. Gider Yapraklı? ya alırım tosun Boyunduruk bilmez acemi olsun Müşteri gelince semizce olsun Bağzı bilmezlere torlak diye satarım Yapraklı panayırının diğer bir özelliği de burada sadece ticari alışveriş yapılmasıdır.Bunun dışında sanatsal ve kültürel birçok etkinlikler de sergilenirdi. Akşam karanlığı basınca davullar zurnalar çalar ve saz şairleri, hokkabazlar ve cambazlar kendi beceri ve kabiliyetlerini sergilerlerdi. Bu panayıra İslam memleketlerinde Anadolu ve Rumeli? den tacirlerle beraber şairlerde gelirlerdi. Bu şairler arasında yarışmalar yapılar, karşılıklı atışırlar ve üstün gelenler mükafatlandırılırdı. Aşıklar sıraya dizilir, saz ile peşref yaptıktan sonra koşma, zincirli koşma gibi şiir ve destan okurlardı. Daha sonra mecliste bulunan zenginleri irticalen methederler, bunlardan bahşiş alırlardı. Erzurumlu Emrah, Gerede?li Dertli Konyalı Şemi, Tokat?lı Nuri, Beşiktaşlı Kedai, Bayburt?lu İrşadi gibi şairlerle birlikte Yapraklı Ruyeti, Merdi, Efkari, Fikri ve Yesevi gibi aşıklar Yapraklı panayırında çalıp söylemişlerdir. Çevre halkının bir yıllık ürünlerini değerlendirdiği ve evlerinin yıllık ihtiyaçlarının temin edildiği panayırda özellikle evleneceklerin düğün alışverişleri yapılırdı. Panayırda zengin, fakir herkes ailesine bir hediye alırdı. Ayrıca köylü kentli, yerli yabancı herkes panayır helvası satın alırdı. Yüzyıllarca bu kadar büyük bir canlılıkla yaşanmış olan panayır, 19. Yüzyıl sonlarına doğru çeşitli sebeplerle ve özellikle de zamanın mutasarrıfı Gözlüklü Hamdi Bey?in panayır çarşılarını şahsına temlik niyeti ve buralarla ilgili yeni düzenlemeler, gelen tacirleri zor durumda bıraktığından tacirlerde panayırdan soğumuşlar ve gelmemeye başlamışlardır. Ayrıca Ankara-İstanbul yolunun açılması üzerine Çankırı tacirlerinin İstanbul?la ticari ilişkiye girmeleri de panayırın dağılmasına sebep olmuştur.

0 yorum: